​“Her işin başı insan!” İnsan, cenneti cehenneme, cehennemi de cennete çevirir.”Kuzey denizinde, buzları yararak ilerleyen geminin güvertesinde, İskandinav başkenti Oslo’ya yanaşırken böyle düşündüm. Bu buz cehennemini, cennete çeviren insanlara içten içe saygı duydum. Onlara özendim. Güzel, güneşli cennet Akdeniz sahillerimizi düşündüm. Göz alabildiğince yeşil otlaklarla dolu cennet vatanımızı düşündüm. “Kim bu cennet vatanın uğrun olmaz ki feda! diyen adamları düşündüm.mih_200

​Ardından, o büyük filozof, “Marcus Aurellıus” gibi kendime sorular sordum. İnsanlar neden cennet Akdeniz sahillerini bırakıp, İskandinavların buz denizine kaçıyorlar? Hemen ardından bir soru daha… Cehennemi cennet yapan, cenneti cehennem yapan yine insan değil miydi?

​İşte bu yüzden, her işin başı insan! Cümlesini kendime rehber edindim. Kurtuluş kitaplardadır, dedim. Okuyun! Okutun!

​Anlayacağınız, son zamanlarda yeni kitaplar tadıyorum. Biraz karıştırıp kitapların tadına bakıyorum. Bazılarının tadı iğrenç, yarıda bırakıyorum. Bazen değişik bir tat alıyorum. Gerçekliğin tadı. İşte, gerçeğin tadını aldığım, bir kitap daha. “Hasta toplumlar”​…

​Ülkemizde, Doğan Cüceloğlu önsözüyle, yayınlanmış bir kitap. Kısaca, hastalıklı inançların, bir toplumu nasıl yok edeceğini anlatıyor.  Peki, bir toplumun hasta olduğunu nasıl anlarsınız? 

​İşte, asıl mevzu bu! 

​Elbette, insanların, inanç/ din, adı altında birbirlerini yok etme, sömürme, zarar verme,  işkence etme ve bu davranışları  normalleştirme çabalarından. Maalesef bu çabalar her çağda, toplumun en zayıf halkası olan, kadınlar ve çocuklar üzerinden normalleştirilmeye çalışıyor.​

​Bu noktada, bu kitap, en güzel örneği, Hindistan’daki kadınların ölen kocalarıyla birlikte gömülme geleneği olan "satı" geleneğini irdeleyerek açıklamış.İngiliz bir hakim, kocasıyla yakılmayı kabul eden bir kadını, vazgeçirme çabalarını şöyle anlatıyor. "Kadına, bu kararından vazgeçebileceğini söyledim. Kadın, bana küçümseyerek baktı ve elini yanan bir mumun üzerine tuttu,  eli yanıp kararana kadar çekmedi. Ve kararın bir an önce verilip yakılmasını istedi.

Başka bir hasta toplum, örneğini de, uzak doğudan veriyor. Elbette mağdur yine, kadın. Uzak doğuda, küçük ayaklı kadın talebi,  büyük ihtimal ayak fetişti, sapık zengin bir adamın, küçük ayaklı kadın talebi sonucunda doğmuştur diye tahayyül ediyorum.

​Fakir aileler küçük kızlarının ayaklarını doğar

doğmaz, sıkıca bağlar,  böylece ayaklarının düzgün gelişimini önler. Kızlarından bir geyşa yaratır. Ayakları yamulmuş geyşalar sayesinde, saraya ya da zengin bir adama kızlarını pazarlayıp hayatlarını garantiye almaya çalışırlardı. Maalesef…

Velhasıl, okuduklarımdan vardığım sonuç şudur: Kültürel çeşitlilik gibi safsatalarla, din, inanç özgürlüğü adı altında, insanların birbirine veya kendilerine veya çocuklarına, eziyet etmeleri, acı çektirmeleri,  öğretilerinin yayılmasına dakülliyen karşıyım. Söyleyeceklerim bu kadar.

​Bu konuda düşünelim. Artık düşünce sırası sizde.

Saygılar