Evliya Çelebinin on ciltlik seyahatnamesini okuduğum dönemlerde, onu anlamak için okumuş olduğunu tahayyül ettiğim, seyahatnameleri eş zamanlı okumakla başladım  işe. Özellikle, seyyahlar arasından, İbn Battuta en sevdiklerimden biridir ki, onun  feyz aldığını düşündüğüm İbn Fadlan da vardır. 

İbn Battuta Tunus, Tanca’dan yola çıktığında,  henüz on dokuz yaşındaydı. Dünyayı görme merakı takdire şayandı, doğrusu. Elbette beni en çok ilgilendiren gözlemleri ise Anadolu Beylikleri zamanında Anadolu’yu gezmesi ve Türk kültürünü henüz kaybetmeyen atalarımızın, yaşayış biçimlerini anlatılmasıydı. Elbette Türkler, İslam’ı kabul etmişlerdi. Ama kendi tek tanrılı dinimize uygun bir şekilde. Yani Türk İslam’dık. Henüz Arap töresine  bulaşmadan,  kadın erkek değil, insan merkezli bir inanış ve ahlak yapısına sahiptik.

İbn Battuta’yla ilgili  diğer yazılarımda bu konulardan bahsetmiştim ama şimdi mevzu o değil. Bakın Mevzu ne. 

xİbn Batuta bu sefer Habeşli, zenci generali yüzünden, kırklar konseyinin kararıyla tahtan indirilen  Türk prenses Radiye sultanın hayatını anlatıyor bize.
 
İletmiş Kaan Delhi Türk İmparatorluğunun  en büyük hükümdarlarından biridir. Tarihte, hem savaşı, hem sanatı, hem de bilgiyi onun gibi önemseyen hükümdar sayısı azdır, der; Aziz Ahmet.  Radiye sultan işte bu hükümdarın kızıdır. Daha babası sağken, devlet işleriyle ilgilenir. Cesaret ve kahramanlıklarıyla dudak uçuklatırdı. Babası onun kabiliyetlerini farkına varıp değerlendirmiş ve onu devlet işlerini yönetmek için cesaretlendirmiştir. Hatta tarihi kayıtlara göre onu evlendirmeyerek 1233 yılında Glavyor fethinden dönerken, kendisini veliaht yapmak istediğini belirten bir ferman yazmış fakat devlet erkânı tarafından "oğullar varken bir kızın tahta oturması münasip değildir" ikazını dikkate alıp bu kararından vazgeçmiştir. Bunun üzerine,  benim oğullarım da hayır yoktur;  hepsi işret aleminde vakitlerini ziyan ederler. Benden sonra devletin yönetimi Radiye Hatunundur! Demekten de geri kalmamıştır. Fakat babası ölünce  taht için, elbette bir erkek tercih edilmiş,  oğlu Rükneddin başa geçmiş ve kardeşi Muizzindini öldürterek işe başlamıştır. Muizziddin Radiye'nin öz kardeşidir. Öz kardeşini öldüren, üvey abisine karşı Radiye kinlenir ve  isyan bayrağını çeker. Rükneddin, bir cuma günü camiye giderken, Radiye mazlumlar gibi renkli elbiseler giyer. Ve cami çıkışı eski sarayın damına çıkıp halka seslenir. Rükneddin öz kardeşinim Muuziddini öldürttüğünü halka açıklar. Sonra babasının ve kendisini yaptığı kahramanlıkları anlatan etkileyici bir konuşma yapar. Halk galeyana gelir. Rükneddini yakalanıp Raziye'nin Önüne atar. Radiye " öldüren, öldürülür!" der. Ve Rükneddin’ini öldürtür. Sağ kalan kardeşi çok küçük olduğundan Radiye babasının vasiyetini yerine getirir ve tahta oturur. Onun 1226 yılında Retenbür kalesinde mahsur kalan Müslümanları kurtarması ve Hindulara hiç ummadıkları bir yenilgi yaşatması meşhurdur.

Ancak devlet işlerinden sorumlu, aristokratlardan oluşan kırklar meclisi, büyük bir ihtimalle Arap töresini emsal alarak, bir kadının bir imparatorluğu  yönetmesini uygun bulmuyordu ve Radiye'nin  bazı hareketlerinden  de memnun değildiler. Hele Habeş asılı kölesiyle  sevgili olduğu ve bu kölenin  devletin başına geçeceği  düşüncesi  tepkilere neden oluyordu. Zenci Generaliyle birlikte olduğu dedikodusu her yana yayılmıştı. Belki de bu prensesin umurunda bile değildi. Fakat düşmanları bu durumu çok iyi değerlendirdi.

Radiye zeki, bilgili, şiirden anlayan ve siyaseti bilen sabırlı bir hükümdardı. Fakat tüm bunlar onun bir kadın olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ve sonunda muhalifler ona karşı, büyük bir ordu kurdu. Radiye muhaliflerin önünde yenildi. Belki de uğruna tahtını tehlikeye attığı Habeşli sevgilisi ona karşı hainlik etmişti. Sonuç olarak Radiye  kaybetti ve kaçtı. Ve hazin son;  ne yazık ki onu yaralı bir halde bulan, Hindu bir köylü tarafından öldürüldü. Cesedi bulduklarında onu elbiselerinden tanıdılar ve muhalifler onu uğruna öldüğü ülkesine götürüp, gömdü. Ve böylece, son Türk Prensesi, Begüm Radiye, tarihin tozlu sayfalarına gömüldü.

Ta ki, biri onu bulup çıkarana kadar…