Genel seçim, yerel seçim derken sevgili dostum; bundan sonra iktidar sahipleri, yeni isimler ve yeni yüzlerle kan değişimi yaparak yeni bir rota belirleyecek; öyle anlaşılıyor. Geçmiş yıllarda uygulanan ekonomi ve maliye politikalarının bir hayalden ibaret olduğu anlaşılınca, aynı iktidar bu başarısızlığın bedelini ödemeksizin, "durmak yok yola devam!" sloganıyla yine faturayı halka kesecek. Acı reçete denilen bu uygulamalar, her zamankinden çok toplumun özellikle ücretli kesimini, emekliyi, küçük esnafı veya küçük girişimciyi yerle bir etmeye devam edecek. Siz bakmayın enflasyon şu zaman, bu zaman düşecek demelerine...Bu ülke son dönemde öyle maliye bakanları gördü ki, hepsi de siyaseten ve liyakaten yetersiz, düşük profilli tipler, adeta milletin aklıyla dalga geçtiler. Sonuçta, "olan oldu bitti; ne yapalım yani!" diyenler ray değişikliğine giderek, sözde kamu maliyesini kurtaracak ve ayakta tutacak kararları inatla uygulamak istiyorlar. Oysa ki, vergi politikalarını, dolaylı veya dolaysız toplumun bütün kesimine yayanlar; bitmek bilmeyen iştahlarını kabartıp "vurun abalıya" deyip güya istikrar programı uyguluyorlar. İstikrarsızlığı yaratanlar, istikrarı tekrar sağlamak için toplumun geniş kesimlerini kesimlik sığır ya da koyun olarak görüyorlar. Büyük şirketleri kurtarmak adına büyük vergi borçlarını silen, milyonlarca sığınmacıya milyarlarca dolar ödemek zorunda kalan, diğer vergi mükelleflerinin vergi ve sgk prim  borçlarını da gecikme faizlerini sildiğini iddia ederek yapılandırarak, taksitlendirerek bugünlere geldi... 

Sürekli görünür şeyler yapıp halka şunu yaptık bunu yaptık demek için gerekli ya da gereksiz ha bire inşaat yaparak, kamu kaynaklarını saçıp savuran, memur kadrolarını yerli yersiz birilerine peşkeş çekip memuriyeti ve kamu işçiliğini bir velinimet haline getiren zihniyet, şimdi sıkılaştırma, vergi üzerinden mükellefleri tehdit etme, kamuda tasarruf yapacağız diyerek, kredi kaynaklarını yüksek faizle sınırlamaya giderek ve hatta "kredide seçici olacağız" diyerek paraları birilerine peşkeş çekmekle bu ülkenin mali tablosunu düzelteceğini sanıyorlar sevgili dostum! Bütün bunları yapmak için öyle afili bir maliye bakanı olmak da gerekmiyor aslında... Bu tedbir denilen şeyleri, herhangi bir maliyecinin de kolaylıkla yapabileceğini cümle alem biliyor. Bütün bunlar olup biterken, akla Osmanlı maliyesinin buhranlı günleri geliyor! Hazinenin tamtakır kuru bakır olduğu dönemlerde, halkın sırtına yüklenen yeni vergiler ve oranları artırılan mevcut vergi gelirleri toplumu bir sömürü aracı olarak görür. Sonuçta ne mi olur? Toplumsal ayaklanmalar; halkın devlete küsmesi, devlet baskısının artmasıyla insanların yerini yurdunu terketmesi, başka ülkelere göç veya devletin ulaşamayacağı en ücra köşelere kaçma eğilimini doğurdu. Nihayetinde, halkın gerçeklerinden tamamen kopan padişahlık idaresi, milleti yaşatmadığı için kendisi de yaşayamadı...Hatta buhranlı günlerde ,memleketi ve devleti kurtaracağız diyenler de, başka devletlerin gücüne güvenerek macera üstüne maceraya ve savaşa sürüklendiler. Kısacası hayalperestlikleriyle memleketin canına okudular. Koskoca imparatorluk da yıkıldı gitti...

Böyle buhranlı dönemlerde, gelir dağılımını adaletli yönetemeyenler, işbaşında kalamayacak sevgili dostum! Siz bakmayın dik durmalarına, kuyruk sallamalarına, "yıkılmadık ayaktayız" demelerine...

Tarihin sayfalarında, bu konuda anlatılacak çok şey var ama bir tanesini hatırlatmakta yarar var:

Rivayete göre, Şam Valisi Esat Paşa sıfırı tüketir ve eyalet hazinesi boşalır. Büyük sıkıntıya düşer.

Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara ve diğer vergi mükelleflerine fazladan vergi koymasını tavsiye eder. Bu tavsiye üzerine Esat

Paşa, danışmanlarına, böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz? der.

"Elli veya atmış kese altın elde ederiz" derler. Bunun üzerine Esat Paşa:

"Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor. Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?" diye sorar. "Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam” diye cevap verirler.

Esat Paşa “Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünür. Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek, "gece gizlice buluşalım" der. Müftü gece paşanın yanına gelir.

Paşa "Müftü efendi! Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davranıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun. Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim" der.

Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar.

İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder. Paşa kabul etmez. Müftü iki katını teklif eder. Paşa yine kabul etmez. Sonunda altı bin mecidiyede anlaşırlar. Sonraki gün Esat Paşa Kadı efendiyi davet eder.

"Kadı efendi! Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı" der.

Bu sefer Kadı efendi paşaya yalvarmaya başlar. "Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum!” diyerek müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar. Kadı ile de altı bin mecidiyede anlaşırlar. Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder. Bu operasyonun sonunda Esat Paşa tam 200 kese mecidiye altını toplar.

Arkasından danışmanlarını çağırır "Şam halkına vergi koyduğumu falan duydunuz mu?" diye sorar. "Hayır paşam duymadık" derler. "Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım" der.

"Bunu nasıl yaptınız Paşam?" diye sorduklarında “Kuzuların derilerini yüzmektense koçların yünlerini kırkmak daha iyidir” der.

Velhasılı kelam sevgili dostum; sıradan vatandaşların ve halk çoğunluğunun derisini yüzmek yerine, yolsuzluk yapanların, haksız kazanç elde ederek büyük servet edinenlerin, kamu malını iç eden hırsızların, rüşvete ortaklık edenlerin, devleti değişik vesilelerle soyanların yünlerini kırkmaya ne dersin?

Al sana maliye politikası, hadi bakalım uygula! 

Reçete acı mı değil mi böyle, ne dersin? Elbette değil...!