​Ünlü Fransız şair Baudelaire’in   “yoksuların gözleri” şiirini bilir misiniz? Bilmiyorsanız, bilin isterim. Paris sıkıntısı kitabında geçer.

Kısaca şiirin ortaya çıkış hikâyesi şöyledir: Şair, sevgilisiyle(devir 1800 filan) Paris’in, bir kafesinde oturmuş,  güzel gözlerine dalmış, ona aşkını ilan edecekken, o esnada, sokaktan bir yoksul aile geçer. Bir baba ve minik bir oğlan… Biraz duraksayıp  bu mutlu, mesut çifte ve hayatlarında ilk defa gördükleri kafeye, bakarlar. Minik oğlan elini tuttuğu babasına dönerek, kıvançla bağırır! İşte bizim gibi olmayanların gideceği bir yer!  O esnada şair, "yoksulların gözleri" adlı  şiirini terennüm edecekken, sevgilisi büyük bir hışımla söylenir!

​- Müdüre söyleyin alsın, bu fincan gözlü insanları gözümüzün önünden!

Oysaki naif, şair, o kısacık anda, yoksulların gözlerinde, "kırgınlık" keder" ve “imrenme” gördüğünü ifade edecektir. O esnada, bir düşünce felci geçir de,  fiziksel yakınlık duyduğu kadının zihinsel uzaklığından şaşkınlığa düşer. Sonuç: Âşık olduğu kadından ışık hızıyla uzaklaşır.
​Ama elbette, mevzu bu değil
​Bakın mevzu ne.

​Yaklaşık iki yüzyıl sonra günümüzün en iyi ekonomistlerinden sayılan J.K. Galbraith "kuşku çağı" adlı kitabında (okumanızı salık veririm) ekonomideki dengesiz gelir dağılımının bir noktadan sonra, yoksuların gözlerinde kin ve nefrete dönüşeceğini dolayısıyla “kinizmi" doğuracağını ifade eder.

​Bu noktada elbette kafamızda şu sorunun ampulü yanar. Peki, ne oldu da; yaklaşık iki yüzyıl sonra yoksulların gözlerindeki, keder, minnet ve imrenme, kine ve öfkeye dönüştü?

İşte bu bir muamma. Ama kesin olan şudur ki;  günümüzde, bu öfke ve kinle doyurulan güruh,  “kinizmi”,  kinizmde terör örgütlerini besliyor.
​İşte asıl mevzu budur.