"Daimi aşkı kim bulmuş ki sen de bulasın" diyen bilgenin haklılığı halen geçerli sevgili dostum!

Günümüzde, hemen her alanda olduğu gibi, sevgide de, evlilikte de büyük beklentiler içine girildiği gibi, dönüşümler de gerçekleşiyor! Evlilik kriterleri, kadın ve erkeğin sevgiye, evliliğe bakışında büyük bir devrim yaşanıyor. Herkesin hikâyesi de farklı, yaşadıkları da...

İnsanların bir arada yaşamaya ne ölçüde hazır ve istekli olduklarını göstermeden yapılan hiçbir evlilik, gerçek bir evlilik olmuyor malesef. Her şeyden önce, düşünce yapılarının birbirini tamamlaması ve uyuşması, birbirinin eksiklerini gidermesi konusu önem kazanıyor. Sonuçta gençlik de, güzellik de, yakışıklılık da gelip geçici... İnsanların birbirine verdikleri değer, ilişkileri de güçlendiriyor. Bir tür hürmet ve vefa duygusu da denilebilir. Eşlerin birbirini geliştirmesi, birbirini desteklemesi  önem kazanıyor.  Diğer taraftan, sevgisiz ve merhametsiz bir evlilik, zulümden de beter bir yaşama dönüşüyor. Hani derler ya, "iyi bir evlilik yaparsan mutlu olursun; kötü bir evlilik yaparsan filozof...!" kısaca özetliyor ilişkinin gidişatını...Günümüzde çoğu insan, "bir ömür böyle geçmez" diyerek kibarca yolunu da ayırabiliyor...

Değişen ahlâk anlayışı, kadın erkek ilişkilerinin şeklini ve rengini de değiştiriyor. Geçmişte görücü usulü evliliklerde, kadının formalite gereği onayı alınırken, gençlerin birbirini anlama, hayattan ve evlilikten beklentilerinin ne olduğunu bilme şansları hemen hemen hiç yoktu. Kalabalık ailelerde büyüyen kızlar ya da erkekler için evlilik, adeta bir özgürlük alanı olarak görülür. Erken yaştaki evliliklerde, kadın ve erkek, çocuklarla birlikte büyüyor adeta! Bazıları evliliği bir şans, bazıları ise kadın için özgürlük, erkek içinse bir esaret olarak görür. Net olan şey, birbirini zaman içinde tanıyıp hayatı anlamlandırma, düzen kurma, kendi egemenlik alanını oluşturma ve hükmetme aracı olarak da görülmesi...

Evlilik, erkeklerin özgürlüklerini,  kadınların ise mutluluklarını ortaya koydukları bir piyango olarak da kabul ediliyor. Bazen erkek yorulunca evlenir; kadın ise meraktan; ama sonuç değişmez. İkisi de hayal kırıklığı yaşar...Aslında kadının istemediği bir evlilik hiçbir zaman gerçekleşmez. Erkek, kadını istese de, gerçekte kadın kurgulamıştır ve onaylamıştır bu ilişkiyi; evliliği. Erkek, kendi başarısıymış gibi algılar; ama çoğu kez yanılmıştır.  Kadın, kafasında kurguladığı her neyse, onu hayal ederek veya düşleyerek kabul etmiştir hayat arkadaşını...

Eski evliliklerde, erkek egemen bir yaşam biçiminin, günümüzde çoktan geri kaldığını da söylemek lâzım. Çoğu kez aileyi yönlendiren kararları alan kadın, ilişkide baskın olmak istiyor! Üstelik de beklentilerini eşine, bir bakıma onun ailesine dayatarak gerçekleştirmekte yetenekli olduğu da aşikâr. Aile içi çekişmeler,  beğenmezlikler, kırgınlıklar vs...Kadınların kendi aralarında yaşadıkları tuhaf ilişkiler yumağı da denilebilir buna. Erkekler bu süreçte, dengeci ve anlaşmaya sadık, uzlaştırıcı taraf olmak zorunda kalıyor. Bazen de, kadın ile erkek arasında denklik sorunu yaşanıyor. Geçmişte büyüklerimizin evliliğin aşamalarını tanımlaması çok net:

"Yan yana, can cana, kıç kıça ve hadi bana eyvallah!"
Diğer taraftan evlilik bir çatışma rejimidir; burada bir düzen kurmak ayrı bir mesele, bir huzur beklemek ise çoğu kez hayalden ibaret...Evlenen kişiler, bir taraftan da sorumlulukları gereği kız ve erkek tarafı denilen bir yol haritasını izlemek zorundalar. Yani sadece kendilerinden sorumlu değiller. Baskın olma çabaları çoğu kez tartışmaları ve  çatışmaları da beraberinde getiriyor...Evlilikte kadını kadın yapan şey, çocuk doğurup anne olmak; erkeği erkek yapan şey ise bir kız evlâda sahip olmaktan geçiyor. Nedense babalar, kız çocukları daha çok önemserken, annelerin dikkati erkek çocuğu üzerinde yoğunlaşıyor. Bu da ilginç bir durum yani! İster soyunun devamını istemek  deyin,  isterseniz başka bir neden..! Farklı beklentilerle de açıklanabilir bu durum...

Çocuk sahibi olmak, insanların sorumluluklarını artırıyor aslında; birleştirici bir unsur oluyor. İlişkilerde ateşi sindiren ve bazen söndüren bir mucize gibi. Veya, çocuklar, ailenin neşesi, çimentosu da olabiliyor çoğu kez! Kadının doğurganlığı zaten başlı başına bir mucize olduğu gibi, çocuk doğurarak kendini daha iyi ifade etme gücüne sahip olabiliyor. Çocuklar büyüdükçe, onların sorumlulukları vs. derken, işin içine geçim derdi ve yeni gelir kapısı arayışları giriyor. Ek iş yapmalar; mirastan pay almak için baskılar, didişmeler vs...Çoğu kez isteyerek, ya da istemeyerek, çok çocuk yapmak, "Allah rızkını verir" inancına sürüklüyor anne ve babayı. İşin aslı ise öyle değil tabi ki...Bilge der ki, "İlgilenmeyeceğiniz çocukları dünyaya getirmeyin. Çocuklar, zevk tohumu değildir..." ve "çocuklarınıza masal okumayacaksanız, beraber kahvaltı yapıp sohbet etmeyecekseniz ve onlarla zaman geçirmeyecekseniz hiç çocuk yapmayın!" a kadar uzanan bir görüş var günümüzde...

Her nedense çiftler, evlilik yeminini dinleyerek, "evet" deseler de, çoğu  gereğini yapmaz; yemin unutulup gider... Hayat onları başka yönlere sürükler. "Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta ölüm bizi ayırana kadar..." birbirini seveceğine dair yemin etmek sadece bir formaliteden ibaret! Sabretmek ve mücadele etmek çoğu kez geçerli değildir! Güven ve teslimiyetteki samimiyetsizlik, sevgisizlik ve merhametsizlik; yani bir çeşit sert duygusuzluk eğilimi peyda oluyor. Gün geliyor; birbirine katlanarak yaşama biçimine dönüşüyor... Adam, adamlıktan; kadın da kadınlıktan çıkıp birer stres kaynağına dönüşüyor..! Ortada çocuklar varsa, en büyük travmayı onlar yaşıyor...

Evlilik hayatında, arada sırada kavga etmek, insanların birbirlerini anlamalarını da sağlayabiliyor. Ama kavganın sıklığı ve hakarete dönüşmesi ilişkiyi soğutmakla kalmıyor; mutsuz ve huzursuz bir evliliğe dönüştürüyor. Kırgınlıklar ve gönülden düşmeler yaşanıyor. Ailenin değil; bu kez, kişilerin menfaati ön plana çıkıyor... Sadece bir evin içinde yaşanan öylesine bir evlilikten başka bir şey değil!

Bazı bilgeler, en mutlu evliliği sağır bir erkekle, kör bir kadında ararken; bazısı da, iyi bir evliliğin özünde, eşlerin birbirinin kişiliğine saygı olduğunu ileri sürer...  Bazısı, evlenmeyi insan haklarının yarıya düşmesine, dertlerin de iki katına çıkmasına benzetir. "Kızın iyi bir evlilik yaparsa, bir oğul kazanırsın; yoksa kızını da kaybedersin" diyen de var; tam tersini söyleyen de...

Kim ne söylerse söylesin sevgili dostum; her şey önce aşk ve sevgiyle başlar. İnsan, sevmediği biriyle aynı çatı altında nasıl mutlu, değerli ve  huzurlu olabilir ki..! 

Maddiyat, ilişkilerde en büyük belirleyici olsa da, bir arada kalmayı da riskli kılıyor. Güçlü olan, güçsüzü aşağıladığında veya kadının ya da erkeğin gönlünden düştüğünde işin rengi de tamamen değişiyor... 

Velhasılı kelam sevgili dostum; sevgi ve evlilik, eşlerden birinin, karşı tarafa bedensel cazibenin, arkadaşlık ve çocuk sahibi olma isteğinin dürtüsüyle kendini açığa vuran, candan ve gönülden bir teslimiyettir. Sevgi ve evliliğin, yalnızca iki tarafın değil, tüm insanlığın mutluluğu için bir işbirliği oluşturduğunu görmek de zor değildir...

Ailelerin, çocuklarını  evlendirmeyi bir maharet ve güç gösterisi yaptıklarına sen bakma sevgili dostum! Uzun bir yolculuktur bu! Bu yolculukta her şeyin mümkün olduğunu kadın veya erkek ancak yaşayınca anlıyor! Çoğu kez zıt karakterlerin çatışması şeklinde gelişiyor. Devamlılığı için bazen erkeğin, bazen de kadının tahammülüne ve merhametine ihtiyaç duyuluyor. Herkes, kendi yuvası için mücadele ederken ve kendi menfaatlerine odaklanırken, anne ve babalar, yani büyükler ise çoğu kez unutuluyor; bayramdan bayrama, seyrandan seyrana formalite görüşmelere muhatap oluyor. Büyükleri ilgilendiren, elbette çocuklarının bir şekilde mutlu olmaları. Lâkin her yerde bir gerçek ve her yerde başka bir hayat var; şikâyetler anlamsız kalıyor! Ya kabul edilmiş gerçeklik yaşanır, dayatılır; ya da reddedilir; yeni hayatlar kurulur... Hani derler ya, "herkes yaşadığını ve çektiğini bilir" bunun gibi bir şey...Bir tarafta beyaz atlı prensini bekleyenler, bir tarafta, gelin ata binmiş ya nasip diyenler, bir tarafta ruh ikizini arayanlar, diğer bir tarafta ise kadınlığını ve erkekliğini hissetmeyi arzulayanlar mı dersin, ne dersen de sevgili dostum; dünyanın en büyük sorumluluklarından birini alacağınız kesin. Hayalleriyle ve beklentileriyle yola çıkıp da, hayatın gerçekleriyle karşılaştığında, çoğu kadın ve erkeğin yaşamı çileye dönüşebiliyor. 

Ancak gün gelir de, mahkeme salonlarında birbirinden en çok nefret eden taraflar, bir zamanların en tutkulu aşıkları olduğunu da unutmamalısın!

Nerede ve hangi kimlikte doğacağımız elimizde değildir; ama "insan" olmak her zaman elimizdedir sevgili dostum...Her işte olduğu gibi, evlilikte de başarının sırrı, kader arkadaşlığında, yoldaşlıkta; kısaca, insan olmanın  erdemliliğinde yatıyor!