Bugün “Batı Kültürü” dediğimiz laik seküler kültür, bizatihi Hıristiyan köktendinciliğine karşı mücadele içinde şekillenmiş ve hayat bulmuş olan kültürdür. 

Kilisenin, Vatikan’ın ve Engizisyonun egemenliği yıkılmadan kurulamamıştır. 

Bugün “Batı Kültürü” denilen kavram, Hıristiyanlık dininin ulaştığı bir aşamayı değil, insanlığın ulaştığı bir aşamayı, yani medeniyetteki h (height) yüksekliğini ifade eder. Çünkü Hıristiyanlığa karşı mücadele içinde doğmuş bir kültürdür. Bunun adı da “Aydınlanmadır!” Ve batı kültürü bu aydınlanmanın üzerine gelişen, içinde demokrasi, özgürlükler ve laisizmi, seküler yaşam biçimini yaşatır! Bu yaşam biçimi dini de özgürleştirir. 

Bugün birçok Avrupa ülkesinde, özellikle Almanya’da Kilise hâlâ güçlüdür. Ancak Kilisenin sivil yaşamı yönetme arzusu yani, ekonomiyi, yargıyı, eğitimi hatta aile içi yaşamınızı ben yöneteceğim arzusu yoktur. Sadece Kilise kul ile Tanrı arasında bir kademedir. 

Oysa Camii toplumun her alanına müdahale etmektedir. Dini yaşamın dışında siyaseti, eğitimi, yargıyı hatta ve hatta aile içi yaşam biçimini yönetme arzusu içindedir. Bunu da Tanrı’nın kurallarına bağlamaktadır. 

Hâlbuki İslam’da Tanrı ile Kul arasında kimse olamaz. Ama Tanrı ile kul arasına Pirlerden, Şıklardan, Hoca efendilerden, Şeyhlerden oluşan bir ruhban sınıfı girmiş ve tüm bu inanç dışı faaliyetleri rant için, güç için ellerinde bulundurmaktadırlar.  Ve bunlar “Batı Kültürü” dediğimiz çağdaş yaşam biçimine Hıristiyanlığın kültürü diyerek halkı yanıltma görevini üstlenmişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. 

İşte bu ruhban sınıfı, Kutsal Kitap Kur’an’da “içtihat” yolunu kapatan İmam Gazali’den bu yana bin yıldır, İbni Sina’yı, İbni Rüşd’ü, İbni Haldun’u, Farabi’yi, Ömer Hayyam’ı yasaklayan ve dolaysıyla “Neden?, Nasıl?, Niçin?” sorusunu soracak bir Müslüman halkın oluşmasını engelleyen sınıftır. Kuveytli bir gazeteci soruyor: “Bu İslam bilginlerini CİA’mı yasakladı? Siyonizm mi yasakladı? Bin yıldır bu coğrafyada CİA mı var? Siyonizm mi var?” Cevap geliyor hemen Ayetullah’tan: “Biz yasakladık!” 

Yasakladılar, çünkü gelişen, çağdaş ve aydın İslam coğrafyasında ellerinde sopalarıyla kendi zenginliklerinin lehine kullanacakları halklar olmayacaktı.

Bu nedenle Atatürk heykeline baltayla saldıran çarşaflı kadın, bu özgürlüğünü bile ona bahşeden Atatürk’ün getirdiği yaşam nimetlerinin farkında olmadan “Batı kültürünü getirdi onun için kızgınım ona” diyebiliyor. 

Sonuç olarak, Cumhuriyet ağır bir ihanete uğramıştır. Bu ihaneti yapanlar arasında kurucu kadro içindeki kimileri de varken bugün ellerine kadın olmanın özgürlüğünü verilmiş olan çarşaflı kadınlar da vardır! Bu ihanetten Liberal Feminist kadın dernekleri de sorumludur!

Türkiye’nin 1950’den sonraki sorunu budur!