Yüzyıllar öncesi ortaçağını yaşayan Avrupa’da kiliseler cennetten topraklar satıyorlardı.

Kiliselerin baskısıyla cahil kalmış halk ise, “ölünce cennette yerimiz hazır olsun” diye bu oyuna alet oluyor, böylece papazlar ve kilise zenginleşiyordu.

Ancak herkes öyle değildi. Bunun bir kandırmaca olduğunu, cennetten toprak satın alınamayacağını söyleyen Papaz Martin Luther bu büyük suçtan dolayı Engizisyon Mahkemesine çıkarılmıştı

Yargı, o zamanlar da dini kullanarak halkı sindiren kilise ve papazların elinde oyuncaktı.

Duruşma sırasında Martin Luther engizisyon yargıcına seslendi;

“Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?”

Yargıçlardan Martin Luther’e: “Cehennemi kim alır ki?” diye sordu!

Martin Luther “ben alıyorum, neyse parası vereyim” dedi.

Yargıçlar cehennemi Martin’e bedava verdiler!

Duruşma sonunda Martin mahkeme kapısının önüne çıktı ve duruşma sonucunu merak eden binlerce
kişiye seslendi:

“Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın!”

Cehennem korkusu kaybolan halk böylece kilise baskısından kurtulmuştu. Bundan sonra halk özgür beyinlere sahip olmaya başladı ve Almanya'nın aydınlanması beş yüz yıl önce böyle sıradan ve enteresan bir vakayla başlamış oldu...

*

Dilden dile dolaşan çok sevdiğim bu hikâyeyi, ülkemizde 20 yılı aşkın süredir devam eden bir siyasi anlayışın alt metnini açıklamak için sizlere naklettim.

Aydınlanmanın ve dolaysıyla özgürlüğün önündeki en büyük engel “korku” faktörüdür. Korkan insan özgür olamaz!

Refah Partisi’nden ayrılıp 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuran Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan siyaset sosyolojisini iyi bilen başarılı bir politikacıdır. Bu başarısı ile kurduğu partiyi, dünya siyaset literatüründe geçen “Hâkim Parti” statüsünü getirdi.

“Hâkim Parti” statüsü nedir açıklayayım: Dünya siyasetinde bir ülkede 10 yıldan fazla iktidarda kalan partilere “Hâkim Parti” denir ki, bunun pek çok örneği var dünyada, Japonya’da Liberal Demokrat Parti, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana kesintilerle de olsa iktidarda; İtalya’da Hristiyan Demokrat Parti 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tam 45 yıl iktidarda kaldı.

Konuyu dağıtmadan devam edecek olursak; başarı politikacı Sayın Recep Tayyip Erdoğan siyaset sosyolojisinin ana damarlarından olan “umut” ve “korku” dengesini çok iyi dengeleyen bir siyasetçi. 21 yıllık iktidarda kalma başarısı bu dengeyi sağlamasında saklı!

6 Şubat’ta çok büyük bir deprem yaşadı ülkemiz. On binlerce insanımız enkaz altında kalarak can verdi. Yine on binlercesi fakr-ü zaruret içinde perişanlığın en derini yaşadı ve halen yaşıyor!

Ama Sayın Recep Tayyip Erdoğan çıktı ve dedi ki “bunu düzeltirsem gene ben düzeltirim”.

İşte bu umut aşılamaktır. Özetle Sayın Erdoğan’ın inanılmaz ölçüde bir umut verme, aşılama kapasitesi var!

Peki, korku ne?

“Ben gidersem yapılmaz” ya da “ben gidersem din elden gider”, “ben gidersem başörtünüzü açtırırlar”

Ama yok böyle bir şey!

Başörtüsü için anayasa değişikliği istedi, muhalefette kabul etti, peki yapıldı mı bu değişiklik? Hayır!

Çünkü bu korku faktörünü sürekli kullanma isteği var!

Ancak görülüyor ki, 6 Şubat’ta gerçekleşen deprem sonrası bu “korku” faktörü büyük ölçüde kırıldı. Ana muhalefetin de diğer muhalif partilerle bir koalisyon oluşturarak iktidardaki siyasi erkin karşısında yer alması gelecek için büyük bir umut oluştururken, korku dağlarına ket vurdu. Martin Luther’in “Cehennemi satın alması” gibi takriben 40 gün önce yaşadığımız deprem de “korku” faktörünü satın alarak ortadan kaldırdı. Son siyasi gelişmelere gelen halkın taban tepkisine bakarsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır!