Sayın İpek Çalışlar’ın, “Biyografisine Sığmayan Kadın” kitabını okumanızı tavsiye ederek başlamak istiyorum söze.  Okumayan kalmasın!  Çağrısını yaptıktan sonra, gelelim mevzuya.

Tarih 1919 gösteriyordu. Halide Edib kolejden mezun olmuş hayata atılmıştı. Fakat çalkantılı hayatı, zamanın da, en fena anına rastlamıştı. Savaşa…

Halide, İstanbul işgal edildiğinde oradaydı. Çok eşliliği ret edip, bin türlü zorluğa göğüs gererek, kocasından boşanmıştı.  İki oğluyla işgal edilmiş esir bir İstanbul’da yaşıyordu. İngiliz ve Yunan askerleri İstanbul sokaklarında fink atıyordu.

Kemal Tahir, “Esir Şehrin İnsanları” kitabında gerçeği konuşturuyordu. Anadolu’ya geçip işgale karşı savaşan kocasına, karısı, şöyle sitem ediyordu.

-Neden İngilizlerden nefret ediyorsun? Onlar bize ne yaptı? Kızımız Ayşe için Paris’te bir okul bile ayarladılar. Anadolu’ya gideceğim diyorsun. Onları tanımıyoruz bile. Bir avuç cahil halk!

Bir İngiliz subay, yazar Cevat Şakir'in vapurda yerini işgal ettiğini iddia ederek, kafasına sopa ile vurmuş;  yazar, öldürüleceğinden korkup,  sesini çıkarmadan öylece susup oturmuştu.

Hal böyleyken,  Sultan Ahmet Meydanında, İstanbul İşgalinin protesto bildirisini kim okuyacaktı? Akıllara hemen Halide Edib geldi. Ama bu bildiriyi okumak ateşten gömleği giymekle aynı şeydi. Kendini ve dahi iki evladını ateşe atmak demekti. Ama yaptı. Ve işte cesur bir Türk kadını, tarih sahnesine yeniden  böyle girdi. Ne kadar özlemle bekledik bu anı! İstanbul ahalisi oradaydı. Muhteşem bir konuşma oldu.

Zamanın sarmalında fırlayıp bağırdım ona!

-Siz orada sadece düşmanı değil, Türk kadının ters dönen talihini de yendiniz!

Konuşmadan sonra İngiliz ajanları Halide’yi, takibe aldılar. Son çare, küçük oğlanlarını kız kardeşine bırakıp, bir eşek üstünde Anadolu'ya kaçmak oldu. Anadolu ateşini yakmak için elbette. Ve çakmak çakmak gözleriyle Mustafa Kemal oradaydı. Halide’ye çavuş rütbesi verildi. Ve kurtuluş savaşları boyunca paşaların yanındaydı. Doktor Adnan Adıvar’la evli olmasına rağmen, hakkında dedikodular aldı başını yürümüştü. Paşalarla aşk yaşadığı dedikoduları elbette canını sıkıyordu. Ama memleket de kurtuluyordu.

Ordu, Sakarya'nın doğusuna çekilmişti. Silah sesleri çok yakından geliyordu. Küçük bir odada, Halide, taşında zehir olan yüzüğü parmağında, sağa sola çeviriyordu. Kazım paşa, tütün içiyordu. Mustafa Kemal masasının üzerine koyduğu silahına bakıyordu. Şimdi tarih onların hain olduğunu mu, yoksa bir kahraman olduklarını mı yazacaktı.

Onca gözyaşı, kan, ter kokusunun yayıldığı siperlerden bir sevinç bir haykırış duyuldu! Vatan kurtuldu!

Ve yüz yıl sonra aynı heyecanla bağırıyoruz. Vatan kurtuldu!

Bize bu cennet vatanı emanet eden adamlara, kadınlara, şükran, minnet dua ile…

Kutlu olsun.