İran'da bir kadının saçı göründüğü için ahlak polisleri tarafından sokak ortasında dövülerek katledilmesi, bölgemizde ve dünyada büyük infial uyandırdı. Kadın hakları dernekleri ve birçok sivil toplum kuruluşu olayı protesto ettiler ve ülkelerinden İran’a yaptırım uygulanmasını istediler. Bu olay kuşkusuz ilk değildi. Ve tabii ki son da olmayacak. İran’da 40 yılı aşkın süredir devam eden dinci Humeyni Rejimi nedeniyle İranlı kadınlar özgürce giyinemiyor ve çalışma hakkından özgürce yararlanamıyor. Yani çalışamıyor. Oysa daha 45 yıl önce İran’da Türkiye gibi modern bir ülkeydi.
Peki, nasıl böyle oldu?
İran, 1979 yılına gelene dek modern bir ülkeydi. Bu modernitenin oluşturduğu şartlar çerçevesinde özgür sayılabilecek siyasi partileri, basını ve özerk üniversiteleri mevcuttu. Gelin görün ki, 1979 yılı başında ülkedeki liberaller, solcular ve gericiler Amerikancı olduğunu iddia ettikleri Cumhuriyetçi Şah yönetimine karşı isyan başlattılar. Ve her şey anında değişti.
Değişti, çünkü bu isyan bilindik gerici ayaklanmasına dönüşmüştü. Fakat sorulması gereken soru; "bu İran'da neden oldu" değil, “bu gelişmelerin Türkiye'de olmamasını sağlayan ve İran'da olmasını sağlayan şey neydi?”
İşte bunu anlamak gerek.
Geçtiğimiz yüzyılın başlarına dönersek, Türkiye ve İran 1920'lerde ilerici, özgürlükçü ve bu yolla ekonomide kalkınma modelini seçmiş devlet adamları tarafından yönetiliyordu. Türkiye'de Atatürk, İran'da ise Rıza Pehlevi ön plana çıkmıştı. İki lider de modern ve ilericilik yanlısıydı. İran'da önce Genelkurmay Başkanı, sonra Başbakan olan Rıza Pehlevi, 1925'te oluşturduğu devlet gücünü de tamamen arkasına alarak kendisini Şah ilan etti. 1. Dünya Savaşı’nın izlerini ülkeden tamamen silerek, isyanları bastıran ve iç çatışmalara son veren Şah Rıza Pehlevi’ye müthiş bir halk desteği vardı. Ve Şah Rıza, Afgan Kralı Amanullah gibi Atatürk'ün ulusal devrimlerinden etkilenmiş ve onları uygulamaya başlamıştı.
Demiryolu politikaları, toprak reformu çabaları, sanayileşme hamlesi, fabrikalar ve bankaların kurulması dâhil pek çok alanda Türkiye'yi izleniyordu. İki ülke arasındaki yakınlaşma politikaları çerçevesinde Rıza Şah 1934'te Türkiye'yi ziyaret etti. Atatürk ile yaptığı görüşmede ona "Ben leşkerem, sen serdarsen" yani "ben askerim, sen komutansın" dedi.
Mareşal olan Atatürk, her şeyden önce ciddi bir entelektüel idi ve ülkesinin her köşesini gezmiş bir halk lideri halaskar gazi (kurtarıcı) iken, Şah Rıza ise düşük rütbeli bir subay ve Atatürk kadar yüksek başarıları olmayan, liderlik vasfı bulunmayan ve hepsinden önemlisi halkının halaskarı olmayan, iktidar gücünü halkından değil tacından alan bir Şah’tı.
Atatürk ilk önce Cumhuriyeti ilan etmiş ardından Anadolu’daki tekke ve zaviyeler, bunları kontrolünde tutan tarikatlarla yani gericilerle ciddi mücadeleye girişmişti. Mücadele kazanılınca, yani gericiler yok edilince eğitim hamlesi yapılmış ve bu yolda Köy Enstitüleri açılarak köy çocukları topraklarında modern eğitime tabi tutulmuştu. Ve bu yolla Türk toplumu kazanılmaya başlamıştı.
Şah Rıza'nın modernleşme hamleleri ileriye dönük olsa da eksik tarafları vardı. Modern okullar kurulmuştu ama gericilerin okulları hala yaşıyordu. Modern kanunlar getirilmişti ama gericilerin kanunları da yürürlükteydi. Bu eksiklikler nedeniyle İran'da gericilik daima diri kaldı. Şah Rıza Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu'na benzer bir kurum kurmuş, dil devrimine girişerek Farsçayı diriltmeye çabalamıştı. Kılık kıyafet devrimi yaparak topluma modern bir görünüm kazandırmıştı. Ama gericilik hala kırsalda hâkimdi.
Şah Rıza'nın en kritik hatalarından birisi de kadınların kamusal alanda örtünmesini yasaklamak oldu. Atatürk bunu yapmamasını Afgan Kralı Amanullah'tan özellikle istemişti fakat kral dinlememişti. Şah Rıza da dinlemedi. Böylece gericiler, kadınları evde tutmaya başladı.
Şah Rıza gericiliğe karşı Atatürk'ün devrimlerinin benzerlerini İran’da tam olarak gerçekleştiremediği gibi modernist hamleleri nedeniyle onların düşmanlığını da kazandı. Türkiye'de yaşanan gerici kıpırtılar İran'da büyük huzursuzluk şeklinde cereyan ediyordu. İlk ciddi baskıyı 1930'larda Afgan Kralı Amanullah Han yaşadı ve tahtını gericilerin isyanı sonucunda kaybetti. Şah Rıza ise ancak 1941 yılına kadar dayanabildi.
Türkiye ise, devrimlerini Atatürk'ün ardından da korumayı başarabilmişti. Çünkü Atatürk, gericiliği kıpırdayamaz hale getirmeye başarmıştı ve halk Atatürk'ün devrimlerine asla sırtını dönmemişti.
Fakat İran'da işler böyle gitmedi.
1970’leregelindiğinde İran resmi rejiminin toplumda taraftarı kalmamış, toplum Markistler, gericiler, liberaller, solcular gibi gruplara bölünmüştü. Taraftar kaybetmesi resmi rejimin yozlaşmasına neden olmuş; liyakatsiz atamalar, yolsuzluklar, dış bağımlılık gibi bozulmalar toplumu iyice devlet yönetiminden uzaklaştırmıştı. Haliyle İran'da rejime bağlı bir halk yığını kalmamış, her birey kendi idealinin peşinden koşmaya başlamıştı. Bu durum karşısında Şah Muhammet Rıza Pehlevi’ye karşı ayaklanan muhalif gurupları İran gizli istihbarat örgütü SAVAK bastıramaya çalıştı. Bu çok kanlı bastırma harekatı muhalif safları daha da sıklaştırdı.
Bu olumsuz süreci fırsat bile Humeyni adındaki bir dinci gerici sıklaşan muhalefet saflarında isyanın lideri olarak simgeleşti.. Şah Muhammet Rıza Pehlevi onun idam edilmesini istese de, o “idam edilmeyecek statüde” görülerek idamdan kurtulmayı başardı ve sırasıyla önce Türkiye’ye, sonra Irak’a ve ardından Fransa’ya sürgün gönderildi.
Sonuç olarak İran, devrimlerini eksik yapmıştı. Gericileri yok edememişti. Üstüne üstlük kötü politikalar nedeniyle devrim ruhunu yitirmişti. İran yıllar içinde kutuplaşmış, bölünmüş ve istikrarını kaybetmişti.
1979 yılında el ele veren solcular, liberaller ve gericiler Şah'a karşı büyük bir isyan başlattılar ve Şah yurt dışına kaçtı. Akabinde 1 Şubat 1979’da Humeyni sürgünde olduğu Paris’ten İran'a döndü ve coşkulu şekilde karşılaştı. Bu süreçte muhalefete elinde tutan üç grubun da devlette gücü bulunuyordu. Nitekim buluştukları ortak bir payda vardı. Humeyni yanlıları pek çok defa gerici çıkışlar yaparak dinci bir rejim hayal ettiklerini açık etmelerine rağmen, muhalefeti elinde bulunduran diğer guruplar bunun farkına varamamışlardı. Ortak bir paydada ülke yönetiminde söz sahibi olacaklarını düşünmüşlerdi.
İran modernitesi ülkede gericiliği yok edemediği gibi toplumun düşünce seviyesinin istenilen ya da olması gereken noktaya yükseltememişti.. Toplumun ekonomik durumu kötü eğitimi yetersizdi. Hele hele Beyaz Devrim nedeniyle kırsal bölgelerden şehirlere olan göçler toplumu daha bir geri götürerek dingci gerici kesimin ağına düşürmüştü.
Humeyni taraftarları dışındaki diğer muhalif kesimler irticacıların elinde bulundurdukları istismar kaynağı din ile toplumun çok daha çabuk ve güçlü bir biçimde etkilenip taraf olabileceğini her nasılsa görememişlerdi. Şunu eklemeden geçmeyelim, İran kadınları dinci istismarcılara karşı güçlü bir deriniş gösterdi ama Humeyni’nin Devrim Muhafızları onların icabına asit saldırıları ile kolayca bakıvermişti.
İran'da özgürlük tükenince, ülkeyi önce zenginler ve aydınlar terk etmeye başladı. Fırsatı olanlar ülkeden adeta koşar adımlarla kaçtı. 5 milyon kişi gerici Humeyni rejimi nedeniyle İran’ı terk etti.
Önce zenginler, sonra aydınlar, daha sonra öğrenciler İran’ı terk etti. Ülkesini terk eden öğrencileri Humeyni rejimi “münafık” dedi. İran-Irak savaşı boyunca rejimini güçlendiren Humeyni son dokunuşu da, onun gerici devrimine destek veren solcuların kalıntılarına yaptı. Hapse tıkılmış yüzlerce solcu, seri şekilde idam edildi. Bunların arasında ünlü İranlı Azeri General Halid Beşari ve 40 bin solcu subay da bulunmaktaydı. Böylelikle gerici Humeyni rejimi, 1990 yılına gelindiğinde tüm İran’da hâkim duruma geçirdi.
Sonuç olarak yok edilemeyen gericilik, etkisiz modernleşme, zayıf ve bekçisiz bir rejim, milli birlik ve beraberliğin yokluğu, eğitimsizlik, politik kaoslar, istikrarsızlıklar, yozlaşmış ve yolsuz bir yönetim, tüm bunlar İran modernleşmesinin ölümüne neden oldu.
Atatürk önce gericiliğe yönelmiş, akabinde eğitim hamlesi ile bu mücadeleyi güçlendirmiş, kuvvetli devrimlerle orduyu rejimin koruyucusu haline getirmişti. Toplum büyük ölçüde kazanılmıştı ve politik istikrarsızlıklar yok denecek kadar azdı.
Türkiye’deki Laik rejim işte böyle ayakta kaldı.
Şunu çok iyi bilmek gerekiyor: Türkiye laiktir laik kalacak diye slogan atmakla laiklik korunmaz. Onu korumak için nasıl kazandığımızı ve daha önemlisi, nasıl korumamız gerektiğini çok iyi bilmek zorundayız. Aksi halde slogan ata ata kaybederiz!
Türkiye asla İran olmayacak. Ama yine de İran'a iyi bakın!
Gerici devrim İran'ı 1979'da vurdu. Aradan on yıllar geçti. Ve bugün hala saçı göründüğü için kadınlar sokak ortasında ahlak polisleri tarafından katlediliyor. Çünkü gericilik toplumun büyük bölümünü uzun yıllar boyunca sömürebilecek bir din istismarı silahına sahiptir. İran'ı yöneten basiretsiz şahlık ve gericiliğin tehlikesini anlayamayan ahmak solcularla budala liberaller İran'ın bugünkü durumunun sorumlusudur. Bu tarihsel gerçek, bizdeki liberallere ve bazı solculara ibret olmalı. Çünkü aynı ahmaklık onlarda da mevcut.