Hollywood, Hz. Musa’nın asası demektir. Holly kelimesi “kutsal”, wood ise “asa-ağaç” anlamına gelir.
Hollywood, On Emir filminde izlediğimiz gibi, Nil nehrinin yanına gelen ve vaadedilmiş topraklara doğru yürüyen Yahudilerin, Hz.Musa’nın Asasını Nil Nehri'ne ya da bir başka inanışa göre Kızıl Deniz'e vurup, oradan geçebilecekleri bir yolun açılmasını sağlaması esasına dayandırılır.
Yani bu misalde asa; “vaadedilmiş topraklara giderken, yolu açan araçtır.”
Dolayısı ile Hollywood, Küresel siyonizmin “Ortadoğu işgalinin” kutsal asasıdır. Batı dünyasında bu işgale altyapı üretecek bir merkezi yapıdır.
Hollywood sinemasında çekilen filmlerin “istisnasız tümünde” son derece yüksek teknoloji ürünü ileri teknikler kullanılarak, subliminal yani metin altına gömülmüş mesajlar verilir, bilinçaltı üretme operasyonları yürütülür. Tümüyle “kasıtlı ve planlı yürütülen” bu çalışmalarda, tehlikeli bir yol kullanılır.
Bazı filmler açıktan, bazı filmler ise "sublimine" edilmiş mesajı, çeşitli görseller ya da anlatım yoluyla insanlara adapte etmeye, diğer bir deyişle beyin formatlamaya dayanır. Sihirli bir değnek gibidir. Toplumların neyi nasıl düşüneceğini belirleyebilecek kadar etkilidir...
Hollywood'un kullandığı bu yöntemler sinema yazarı Atilla Dorsay tarafından Yeni Türkiye Sineması adıyla açıklanan yerel sinemamızda, çektikleri filmleri ile batı ve yerel film festivallerinde, ödüle doyan özellikle genç yönetmenler tarafından kullanılmaktadır.
2010 yılında Yeşilçam Ödülleri çerçevesinde en iyi film seçilen, genç kuşak yönetmenlerden Seren Yüce'nin filmi Çoğunluk, Hollywood yöntemi "sublimine" edilmiş mesaj, çeşitli görsel yöntemler yoluyla seyircinin bilinçaltını formatlamayı hedeflemiştir.
Filmde bir müteahhit babanın (Settar Tanrıöven) tek çocuğu Mertkan’a (Bartu Küçükçağlayan) davranışları özelinde, tüm "Türk" olarak adlandırılan babaları kötüleme temelinde dönüyor olaylar. Milli solcu ve yurtseverlerin günümüz Radikal Gazetesi'nin öğrettiği “solcu” anlayışla ne kadar “ırkçı”, “milliyetçi” bir toplum olduğumuz şablonu kaba bir biçimde işleniyor. Müteahhit baba, garajda yanlış park etmiş komşusunun aracının aynasını tekme atarak kırıyor. Ama her nasılsa kırılıp yere düşen ayna geri plandaki bir Atatürk resmini yansıtıyor. Ne yani, bununla tüm Atatürkçüler saldırgan mı denilmek isteniyor?
İşte, “Çoğunluk” filmi, Hollywood sinemasının ürünü olan beyin formatlama yöntemleri ile çağımızın temel gücü emperyalizmin, elinde cetvel bizim gibi ülkelerin yeniden sınırlarını çizmek için yola çıktığı bu günlerde, her şeyiyle inandırıcılık ve gerçeklikten yoksun görünüyor, adeta sırıtıyor!
Siz ulus devletsiniz, siz milliyetçisiniz, siz “öteki”ni aşağılıyorsunuz, ırkçısınız, siz zaten tarih boyunca herkesi ezdiniz, yıktınız, yok ettiniz, siz “Çoğunluk(!)sunuz, siz, siz, siz, demek isteniyor!
İtiraf etmeliyim ki ben artık tarihimle “yüzleşmek!”ten yoruldum, helak oldum; atalarımızın adam kesen, ülkeleri işgal eden caniliğini geçtik, vatanperverliğinden, yurtseverliğinden zerre kadar şüphem olmayacak olan rahmetli babamın, bu kadar aşağılık insan olduğunun öğretilmesinden “Daha demokrat!” olacağım yerde bana bir haller oldu!
Tomris Giritlioğlu'nun, Salkım Hanımın Taneleri filmi yine Milli Şef İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde çıkarılan Varlık Vergisi'ne haksız bir göndermede bulunarak, vergisini ödemeyen Rum kökenli vatandaşlarımızın Aşkale'ye sürgün edildiğini anlatıyor. Tarih üzerinde kurmaca yapmaktan çekinmeyerek hem de.
Özcan Alper'in ödüle boğulan Sonbahar filmi, Doğu Karadeniz'in o müthiş coğrafyasını, içine kapanmış, kendinden geçmiş bir yer olarak anlatırken, dala konan bir kargaya, yaşlı bir kadına ve onun âhı gitmiş vâhı kalmış oğluna indirgiyor. Ortalama üç yüz yerel dilin konuşulduğu, Trabzon-Bakü hattına, son derece canlı bir coğrafyaya haksızlık bu betimleme.
Semih Kaplanoğlu'nun Süt filmi, sembolizmi ağır dozda kullanan bir film olarak karşımıza çıktı ve tabii ödüle fazlasıyla doyan filmlerden birisi oldu. Filmin kahramanı Yusuf'un, annesini her görüşünde ekrana bir yılan flashbacki düşmesi ne anlama geliyor acaba? Başka bir adamla ilişkiye giren annesi onun için artık neyi ifade etmektedir? Yusuf'un helali olması gereken annesi, onun için bir yılan mıdır? Bu nasıl bir sublimine betimlemedir böyle?
Can Dündar'ın yönetmenliğini yaptığı Mustafa filmi, Hollywood sinemasının psikolojik savaş yöntemlerinin çokça kullanıldığı filmlerden birisidir. Her film yönetmenin eseri olacağına göre, yönetmenin ruh dünyasını yansıtır. Mustafa filmi yönetmen Can Dündar'ın kafasının, ruh dünyasının ne denli karışık olduğunun göstergesidir. Mustafa filmini izleyenler, filmde Mustafa Kemal Atatürk için yazılan senaryonun ne kadar gerçek dışı olduğunu görmüşlerdir. Bu gerçek dışılığın tavan yaptığı sahne, deniz kenarındaki mezardır. Gerçek dışıdır, çünkü Müslümanlar deniz kenarına cenazelerini defnetmezler. Filmde kullanılan mor ve koyu yeşile çalan ışık yöntemi, Atatürk'ün, anakonda yılanı ve timsah derisini andıran cilt yapısı, yukarıda söz ettiğim subliminal yöntemlerin ne kadar başarıyla uygulandığını gösterir. Çünkü Mustafa filmi batının Atatürk'e olan yüz yıllık nefretinin belgesidir. O nedenle halkının beynine, nefret duygusu uyandıracak format atılmaktadır. Şunu unutmayalım ki, Hollywood sinemasının usta psikolojik savaş aktörlerinden olan Vamık Volkan ve Şerif Mardin, Mustafa filminin görünmez gizli yapımcılarıdır.
Hollywood yöntemleri, topraklarına Büyük İsrail Devletini kurmak için göz dikilmiş bir ülkenin insanlarının bilinçaltını şekillendirme projesi olarak öylece karşımızda duruyor.
Yazımın başında belirttiğim gibi “Abraham Lincoln’ü vampir avcısı kahraman” olarak gösteren film ile, İran’ı yaratık gibi gösteren filmin Oscar kazanması neyi amaçlıyordu?
Şunu amaçlıyordu?
Unutulmamalıdır ki, ABD Büyükelçilikleri aynı zamanda bir CIA karargâhıdır. Dolayısı ile söz konusu filmin hemen başında cereyan eden, “konsolosluk baskını sırasında”, konsolosluk çalışanlarının el altındaki tüm belgeleri imha ettiğini görürüz.
Burası sadece büyükelçilik ve bu nedenle sadece uluslararası hukuka uygun yapılan işler varsa, personel neden el altındaki belgeleri imha eder? Hesap vermekten korktuğu şeyler olmasa, niçin ambarlara belge yığarlar?
Evet! Ukala ve hadsiz Amerikalılar, biz sizi yönetiyoruz diyor.
2013 yılında Oscar ödülü kazanan Argo filmi, 1980'deki İran Devrimi sonrası; İran halkının ABD konsolosluğunu basıp, konsolosluk personelinin bir kısmını rehin alması, bir kısmının ise kaçıp “Kanada büyükelçisinin evine sığınması” akabinde, ABD’nin, sığınan konsolosluk personelini İran’dan çıkartma operasyonunu anlatan bir filmdir.
Filmin amacı, aynen Vietnam'da kaybetmiş Amerikan ordusunun, Sylvester Stallone'nin oynayarak efsaneleştirdiği Amerikan gazisi John Rambo gibi bir “kahraman yaratmak”tır. Film’de resmedilen “İranlı” tipolojiyi gerçekte hiç bir şekilde görmedim. Vahşi, sadist, saldırgan, terörist olarak resmedilen İranlılar, gerçekte, en tabi hakları olan “emperyalizme ve onun baş unsuru ABD’nin konsolosluğuna girmiş, kimseyi öldürmemiş ve haklarımı aramışlardı...”
O nedenle bu filmin Oscar ödülü alması şaşırtıcı değildir.
Hollywood sinemasının dahi yönetmeni olarak bilinen Steven Spielberg'ün Schindler'in Listesi ve Er Ryan'ı Kurtarmak filmleri Hollywood sinemasının amacına uygun olarak Yahudi propagandası yapılan filmlerdir. Schindler'in Listesi filminde, Polonya'nın Kraków kenti yakınlarındaki Plaszow Toplama Kampı'nın komutanı olan Alman SS Subayı Amon Leopold Göth'ün, filmin sonunda idam edilişini anlatan sahnede, Alman subayının idam edilmekten korktuğunu ve idam edilmemek için direndiğini gösterir. Oysa Alman SS Subayı Amon Leopold Göth'ün idama güle oynaya gittiğini, uzun boylu olması hesaba katılmayıp müttefik askerleri tarafından idam sehpasının yüksekliğinin ayarlanamaması nedeniyle birkaç deneme sonucunda idam edilişinin videosunu, Almanlar Vimeo ve You Tube gibi video sitelerinde yayınladılar. Şimdi soruyorum, Hollywood sinemasının önemli yönetmenlerinden olan Steven Spielberg'e tarihsel gerçekler üzerinde kurmaca yapmak yakışıyor mu?
Birkaç Dolar İçin, İyi, Kötü ve Çirkin, Bir Zamanlar Batıda, Yabandan Gelen Adam, Bir Zamanlar Amerika gibi "Spagetti Western" filmlerine imza atmış, Amerika'yı anlatan ama tüm filmlerini İtalya'da kurduğu setlerde çeken İtalyan yönetmen Sergio Leone, Hollywood'un tüm isteklerini reddettiği için olsa gerek, son derece başarılı filmler çekmesine rağmen hiç Oscar ödülü alamamıştır.
Konu Hollywood ve Oscar olunca yazı da uzun oldu. Toparlarsak, Hollywood, yazımın başında da belirttiğim gibi Büyük İsrail Devleti'nin kuruluşu için uygulamaya koyulan psikolojik harbin en önemli araçlarından birisidir. Oscar, bu psikolojik aracın vitrinidir.