Bugünü anlamanın ve sağlıklı değerlendirmeler yapmanın yolu, yakın tarihimizi iyi analiz etmekten geçiyor sevgili dostum!

Osmanlı'nın klasik uygulamalarında, boş ve verimli arazilerin şenlendirilmesi "iskân politikası" olarak adlandırılır. Yerleştirme politikası, devletin kontrolünde ve planlamasında gerçekleşir. İmparatorluğun hangi bölgesinde hangi aile ya da sülalelerin nereye yerleştirileceğine merkezi otorite karar verir. Buna zorunlu göç ya da zorunlu iskân denilir. Kısacası Müslüman kimlikli vatandaşların değişik nedenlerden ötürü fethedilen bölgelere kaydırılması, Türkleştirme ve İslâmlaştırma arzusudur. Özellikle Müslüman olmayan nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde nüfus dengesi kurma politikasıdır. Bir de göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçirilmesi konusu var ki, devletin bütün çabasına rağmen tam olarak başaramadığı bir iskân politikası...

Osmanlı'nın sığınmacılara bakışı ise tamamen bir güçlü devlet göstergesinden ibaret...Herhangi bir komşu devletin vatandaşlarının sığınma talebi özel koşullara bağlıdır. Nüfus ihtiyacı ve yetişmiş insanı tercihi önceliklidir. Devlet, sorun yaratacak bir çoğunluğu asla kabul etmez... İkinci Bayezid döneminde, İspanya Musevilerinin ülkeye kabul edilmesi gerekçelerinde olduğu gibi...Siyasi sığınmacılar ise devletin korumasında hareket ederler...

Bu klasik göç ve göçmen politikası, 1850'lerden itibaren çökmeye başlar. Bir taraftan Kafkasya'dan Çerkez kabileleri ve Çeçenler, diğer taraftan Kırım'dan Kırım  Tatarları ve Nogaylar ve nihayet Balkanlardan Trakya'ya ve Anadolu'ya göç etmek zorunda kalan savaş mağduru sivil nüfus Osmanlı'yı adeta bir göçmen istilasına maruz bırakmış. Osmanlı'nın yıkılış hikâyesinin en başında, Rus Çarlığı' na karşı yürütülen savaşların başarısızlıkla sonuçlanması ve Osmanlı'nın Rusya'ya ağır savaş tazminatları ödemek zorunda kalması olsa da, diğer bir yıkıcı etken göçmen istilasıdır...  

Osmanlı'nin malî krizler yaşadığı dönemlerde,  Avrupalı bankerlerden borç para alma girişimleri ise ta 18. yüzyıla dayanır. Ancak dinen, Müslüman bir ülkenin Müslüman olmayanlardan borç para alması caiz görülmemiş ve bu girişimler onaylanmamıştır. Ta ki Osmanlı'nın Tanzimat ve Islahat reformlarını yapmasına kadar...

Osmanlı Devleti ilk dış borcunu Kırım Savaşı nedeni ile 1854 yılında İngiltere'den almış; sonraki yıllarda dış borçlanma artarak sürmüştür. Alınan dış borçlar kısa sürede devletin iflasına neden olmuş ve Osmanlı Devleti mali açıdan çökmüştür. 

Velhasılı kelam sevgili dostum; bugünün Türkiye'sine baktığında, mali krizde ve parasının değeri diplerde bir ülke, 10 yıl gibi kısa bir zamanda milyonlarca sığınmacıya bakmak zorunda kalan bir devlet ve yerli halkın sırtına binen yaşamın ağır koşulları...Bu da yetmezmiş gibi,  yaşanan depremlerin bıraktığı travmalar, insani ve maddi kayıplar... Elbette, bugünün finansal imkânları geçmişten çok farklı. Küresel ekonominin çarklarına göre hükümetler bir çözüm bulabilseler de, kaybolan zaman ve yıkım asla geri gelmeyecek. Telafisi uzun yıllar sürecek.  Ülkenin bütün enerjisini bu sorunlar alıp götürdü. Başka sorunları öteleyince, seçim arenasında iktidar da, ciddi ciddi tartışılır hale geldi. Nihayetinde seçimlerin ana konusu, hayat pahalılığı, Türk parasının değer kaybı, fakirlik derecesine düşmüş milyonlarca vatandaş, depremin ağır yükü ve milyonlarca sığınmacının yarattığı baskı...Elbette devlet çarkları bir şekilde işletilecek ama, kaybeden halk olacak; telafisi çok zor olan bir süreç yaşayacak...Gelir dağılımındaki adaletsizlikler bir yana, bir tarafta gücüne güç katıp iyi yaşayan bir azınlık, diğer tarafta ise moralsiz ve mutsuz bir halk çoğunluğu...İşte böyle sevgili dostum; gerçekler acıtır!