Bugün yüzlercesine tanık olduğumuz ölümler bile, ruhumuzu ıslah etmediği gibi, dünyaya ve yaşama bakış açımızı değiştirmiyor… Nedense insanlar hala ölümün kendilerine hep sonradan geleceğini düşünmekte. Ölümü tanımaktan ve ölümün farkında olarak yaşamaktan kaçınmakta.
Farkında olsalar belki de yaşam tarzlarını, insani değerlerini, doğrularını ve tercihlerini ona göre oluşturacaklar; ahlak ve nefis disiplinine girmek gibi bir irade ortaya koyacaklar, varlık nedenlerinin gereğini yerine getirecekler.
Montaigne der ki, “insana ölmeyi öğreten, aslında yaşamayı öğretiyordur.”
Yaşamın manasını kavrayan insanlar ölümün bir düşüş değil, iyi yapılmış görevlerin huzuru içinde, bu dünyada ki yaşamının bitirilişi olarak görürler.
İşte bu gerçeği ve “Güzel bir ölüm, güzel bir yaşamın neticesindedir.” düşüncesinin manevi derinliğini anladığımız an, yaşamımızın niteliği de değiştirecektir.
“Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?” (Fâtır suresi, 37. Ayet)
Burada önemli olan, dünya nimetlerine tamamen sırtını dönmeden ölümün mesajını doğru algılamaktır.
“İnsan ölümü kafasından silerek, yaşamını dolu dolu yaşayamaz ama ölümü yaşamının odağına yerleştirerek kendini çoğaltır, yaşamını zenginleştirir” Etty Hillesum
Gerçekten de ölümün içimize sakladığı korkudan ve verdiği dersten yararlanmayı bilmemiz gerekir.
Nihayetinde ölüm, yaşam denen sürecin bir parçası, “ölüm ve yaşam” birbirinin tamamlayıcısıdır. Ölüm varsa yaşam da vardır. Gece ile gündüz gibi… Nefes alıp vermek gibi…
Dolayısıyla ölüm gelince her şey orada sona ermiyor. Bir geçiş tamamlanıyor…
Ölümü bir son ve acı olarak düşünmektense, o kesin dönüm noktasına nasıl hazırlandığımızı sorgulamamız gerekiyor.
Hiçbir dünya varlığı bize insanlığımızı ve ölümü unutturmamalı!
Konforumuzu iyileştirmek, zenginliğimizi artırmak, toplumsal konumumuzu yükseltmek, bütün istek ve arzularımıza kavuşmak bizi tamamıyla mutlu insan yapmadığı gibi mutlu bir ölüme de götürmez…
Mutlu insan, ruhunda “kin, düşmanlık, haset gibi” kötülük barındırmayan, vicdanlı, nefsin esaretinden ve benlik duygusundan arınmış, özüne uygun yaşayan huzurlu insandır. İnsanın iç huzuru yoksa mutlu olmak için elinde hiçbir şey yok demektir.
Mutsuz insan mutsuz ölümlü demektir.
Yaşamın her alanında daha iyi bir insan olmak ve başkalarının mutluluğuna katkıda bulunmak gibi gayesi olanlar, huzur içinde ölmeye hak kazanmıştır. Böyle insanlar gittiği her yerde elbette hoş geldin, sefa getirdin sözleriyle, çok güzel karşılanacaklardır.
Bugün salgın gözümüzün içine baka baka her gün ölümü hatırlatırken, aslında nasıl bir insan olmamızı ve nasıl yaşamamız gerektiğini de öğretiyor.
İnşallah çektiğimiz bütün sıkıntılar; “Allah’a ve kuluna karşı olan” sorumluluklarımızı daha iyi idrak etmemize ve daha iyi bir insan olmamıza katkı verir…
Allah’a emanet olunuz.