Hani  derler ya sevgili dostum; dünya menfaat dünyasıdır; işte tam da bunun merkezinde bocalayıp duruyoruz öylesine. Herkesin kendine göre haklılığı mevzubahis olsa  da,  büyükler yaşarken, onlar için  yapılan hiçbir şey olmadığı da bir gerçek... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir felsefesiyle kadın ya da erkek hiç farketmez herkes bir ahkam kesmenin derdine düşer durur.

Ölen büyüklerin mezarlarının başında  saatlerce günah çıkarırcasına okunan dualar anlam bulamaz bir türlü...

Çünkü yaşayan kardeşine ve akrabasına saygı duymayan insan, nasıl görmediği bir Tanrıya inanabilir; anlamak gerçekten güç!

Eşitlik konusu çığrından çıkan bir konu olarak, kardeşlerin birbirlerine karşı olan merhamet duygularını da birer birer yok etmekte!

Sen, sen ol sevgili dostum; görünen somut olan  kardeşine duyduğun  sevgi ve saygıyı görünmeyen ilahına da duy! Akıl çaplarının alt seviyede olduğu bir dünyada kime ne anlatsan nafile!
Her şey, teferruattan ve çok seslilikten kaynaklanan bir anlaşmazlıktan ibaret! Kanun eşitlik ilkesine vurgu yapsa da, vicdanının sesini dinleyenin de olmadığı bir gerçek!

Su akar yolunu bulur diyen bilgenin sesine kulak verdiğinde, anlarsın hayatın çözümsüzlüğe sürükleyen mantığını...
Ve kanun adını koymuştur aslında, anlaşmazlığın giderilmesinin nasıl yapılacağını...

Adına da izale-i şuyu denmiştir. Kazanan hakem olarak devletin mahkemeleridir; olan kardeşlere olur sonuçta. Ha bir de baba ocağinin tütmesi denilen anlayış da tarihe gömülmüştür aslında...

Felsefe şundan ibaret; ölen ölmüştür sonuna kadar haklarımı alırım isterim ama hiçbir riske de girmem sadece alirimdan ibarettir. Çünkü erkeğe saygı ve hürmet yoktur; olması da beklenemez...

Erkeğin çocuğu yiyeceğine benim çocuğum yesin anlayışı hakim olur...
Velhasılı kelam sevgili dostum; gün gelir herkes ebediyete intikal eder; lakin bu hak mevzusu tartışması bitmez tükenmez...

Herkes nereye görüleceğine dair bir vasiyette bulunur sonuçta ama vasiyet nafiledir; ölen ölmüştür ve nereye gömüleceği de pek mühim değildir...