Bilir misin sevgili dostum; kadın erkek ilişkilerinde insanlık aleminin geldiği son noktayı? Bilirsin elbette ama dillendiremezsin; sadece şikayet etmekle yetinip geçersin...
Anne babalarımızın birbiriyle olan iletişim biçimlerini anlamlandırmaya çalışırsın; bir ders çıkarmak ve kendi yaşamında uygulamak istercesine...Geçmişe dönmek sadece durum tespiti yapmaktan başka bir şey değil sevgili dostum! İşe yaramıyor...
Dönelim geçmişe o zaman bakalım durum nedir?
Yaşamlarının büyük bir kısmı kırsalda geçmiş bir nesil, yaşadığı dönemin ve çevrenin kültürü ne ise onunla beslenmiş. Tarımsa tarım, hayvancılıksa hayvancılık yapmış; kentlerde ise küçük işletmeler ve yerel ticaret alanında yapılabilecek hangi iş varsa onu yapmış. Çok çocuk edinmek sıradan bir anlayıştan ibaretmiş. Buna dini bir referansa dayanarak, "rızkını Allah verir" denmiş.
Çocuklar büyüdükçe birer ırgat veya nefer olmuşlar. Hayatın içinde iş yaşamının tam merkezinde bir işgücü olarak görülmüşler. "Ağaç yaşken eğilirmiş" denilerek çocuklara sorumluluklar ve görevler verildiği yetmezmiş gibi, dinini öğrenmeleri için yaz dönemlerinde camilere din eğitimine gönderilmişler. Normal zamanlarda ise okullara...Gerek hocalara gerekse öğretmenlere, "eti senin kemiği benim" denilerek teslim edilmişler. Anne babanın da, ne dinden ne de eğitimden haberleri olmadığı ise bir başka muamma.
Çocuklarının itaatkâr olması için her türlü manevrayı yapmışlar.
Yapmışlar yapmasına ama bir bilinç eseri olarak değil; kendilerine sorun çıkarmamaları ve menfaatleri için ne yapmışlarsa yapmışlar. Yasak üstüne yasak koymuşlar; dayak ve azarlama ise günlük yaşamın bir parçası olmuş...En merhametli babalar ise çocuklarını cezalandırmak için kulak memelerini sıkmışlar yada kulaklarını çekmişler. Annelerin kızlarıyla olan iletişimi ise çimdiklemek, süpürge ve terlik fırlatmaktan ibaret...
Bu güne göre kaba saba bir ahlak eğitiminden ibaret...
Babalar hayatın meşakkatli yolculuğunda, eşlerini evin idarecisi yaparak sorumluluğu annelere yüklemişler. İçeride olup biten her şeyden babaların en son haberi olmuş. Bir taraftan evin kadını, diğer taraftan evin erkeğinin uyku dışında dinlenme imkanı bulamamıştır. Kârı koca ilişkilerine ailelerinin sorunları da dahil olunca iç içe yaşamlar şikayet ve tartışma konusu hâline gelmiş...
Kadın evinde bir aşcı, tarlada rençber, büyüklerinin bakıcısı, erkeğinin de yatak arkadaşı olmuş.
Olmuş olmasına da sorumlulukları gittikçe artan kadınların ruh hali dibe vurmuş; ilişkiler isyan noktasına kadar uzanmıştır. Artık çileli ve huzursuz yaşamın bir sonu olmadığı anlaşılınca yeni kararlar alınmış. Yıllar geçtikçe ve çocuklar büyüdükçe saçımı süpürge ettim serzenişleri peyda olmaya başlamış. Yaş, kemale erdikçe can cana, yan yana, kıç kıça yorumları yapılarak ilişkiler adlandırılmış.
Aile ortaklıkları başarısızlıkla sonuçlanmış, kardeşler birbirlerinin hakkını yediğini iddia etmiş ve olur olmaz her yerde bunları dillendirerek, rezil rüsva olmuşlar; içinden çıkılamaz kin ve nefret tohumları saçılmış etrafa ve yeni nesil de bunu körükleyen her ne varsa kötüleyip durmuş...Alın size tam bir cehalet tablosu!
Birileri, birilerinin aklıyla hareket etmiş; akıl veren herkes ise bir tarafa dağılmış gitmiş.
Herkes aklının dışında verdiği kararların bedelini ödemiş ödemesine de, onlardan sonra kalan bedeli ödeme görevi genç nesle bırakılmış.
Büyükler ölmüştür artık...
Geride bırakılan bir avuç miras, herkesin iştahını kabartmış; saygısızca ve talan edilircesine...Bilinen tek şey, "ölüm hak, miras helal" teranesidir...
Hırçınlık yapan, sorun çıkaran çoktur; ama çözüm üretmeye yanaşan da yoktur. Biri elini taşın altına koyar ve risk alır; adil bir çözüm üretme uğruna. Lâkin zamanını da kaybeder ömrünü de. Yine de yaranamamıştır kimseye...
Bu uzayıp gider sevgili dostum!
Velhasılı kelam, "Birileri yiğitlikten bahseder canını alır; birileri de sana cömertsin der, malını çalar, yok eder; bundan da keyif alır"...
Başkalarının doğruları yerine, kendi yanlışlarına teslim ol derim sevgili dostum! Karar senindir sonuçta, iyi ya da kötü, bedeli ödeyecek olan da sensin; başkaları değil...