Hatırlatmakta fayda var sevgili dostum! 1950'li, 1960'lı ve 1970'li yıllarda tedavülde dolanan metal paraların arka yüzüne baktığında, buğday başağı ve zeytin dalı figürünün işlendiğini göreceksin...Özellikle yaşı yarım asrı geçen insanlar için iki buçuk  liranın çok büyük bir anlamı vardır. Sanki zeytinin ve buğdayın bereketi paranın içine işlemiş...Bunu işleyen akıldan hiç mi ilham almadınız diye sormazlar mı bugün insana?

Üstelik binlerce yıl önceki uygarlıklardan günümüze kalan kabartmalara ve heykellere bakarsanız; üzüm ve üzüm asmasının, zeytin ve zeytin dalının, buğday başağının ve incirin kutsal birer meyva olarak görüldüğü anlaşılacaktır. Mesela Hititlerdeki kral figürlerinde, bir elinde buğday ki bereketi  ve verimliliği, bir elinde ise kılıcı yani siyasal güç ve otoriteyi temsil eden çok sayıda kabartma görmek mümkün. Üstelik çok Tanrılı dönemde, bu ürünlerin hepsi de birer Tanrı sembolü olarak kullanılır...Tek Tanrılı dinlerde de üzüm, incir, nar, hurma, zeytin ve buğday gibi ürünler, geleneksel inanç sisteminde varlığını devam ettirmiş ve el üstünde tutulmuş...Bu tür meyvaları dikmek ilahi bir sevap veya iyilik olarak görülmüş. Bu düşünce bile insanları mutlu etmeye yetmiş açıkçası...Hatta cennet meyvası olduğunu iddia edenler de eksik değil. Hepsi de birer bereket sembolü ve zenginlik kaynağı...Hatta Osmanlı'da halis buğdaydan yapılan ekmeğe "nan-ı aziz", denirdi. Yere düşen bir parça ekmek öpüp başa konur; temizlenip yenebiliyorsa yenir; değilse kuşların yiyeceği bir yere bırakılırdı...İşin aslına bakarsanız, ekmeğin geleneğimizdeki kibar ve zarif adıdır. Şimdiki ekmeklerle nan-ı aziz arasında hiçbir ilişki yok sevgili dostum! Cumhuriyet kurulmadan önce, buğday ihtiyacının büyük bir kısmı Rusya'dan ve Romanya'dan karşılanır. Ülkemizdeki genel adı da "Rus buğdayı"dır...Hani bugünlerde hep tartışılıyor ya sevgili dostum; buğday Ukrayna'dan ve Rusya'dan ithal ediliyor diye..! Çok da garip karşılanmamalı! Hem ihtiyaç, hem de ticaret bu sonuçta... İstanbul'un et ihtiyacı  Romanya'dan getirilen koyun sürülerinden karşılanırdı. Gerek  buğdayın, gerekse koyunun ülkeye girişi azaldığı zamanlarda, et ve ekmek fiyatları artar; halkın şikâyetine sebep olurdu...Osmanlı taşrasında ise mesela Karadeniz'de, buğday ekim alanları az olduğu için genellikle mısır fırınlanarak değirmenlerde öğütülür ve mısır unundan ekmek yapılırdı. Hemen her mahallede ortak kullanılan küçük taş fırınlarda yapılırdı bu ekmekler...Buğday unu, genellikle şehirlerdeki fırınlarda yerini alır; francala ekmeği pişirilirdi...

Velhasılı kelam sevgili dostum; devir  değişti! Dünya, ticari anlaşmalar, iş bağlantıları ve ağlarla birbirine entegre oldu. Ulaşım maliyetleri düşük olduğunda, bu ticaret hacmi yükseldikçe yükseldi. Bugünlerde, bütün dünyada gıda ürünlerine olan talep arttığı için Türkiye gibi ülkelerin tüccarları da, döviz üzerinden ihracat yaparak para kazanmayı daha kârlı  gördükleri için iç piyasadan ürünleri çekmeye başladılar. Sonuçta, talebi karşılayamayan bir ürün arzı olduğunda, fiyatlar da katlanarak arttı. İnsanların özellikle sebze türü ürünleri satın alma gücü şimdilik dibe vurdu; ta ki yaz sezonunda ürün  arzında artış sağlanıncaya kadar!

Sonuçta belki de hiç kimse, bu ülkede, açlıktan ve yokluktan ölmeyecek ama sevgili dostum; yaşanan bunca saçmalık karşısında kahrından ölecek insan çok...! Sadece bu değil elbette!

Bozuk düzene sövenler, de sövüyor; hem de öyle böyle degil..!

21ac988e-0bad-4fbd-917a-09a788abcb7e