"En büyük yıkım, insanın kendi kendini kandırmayı başarmış olmasıdır" der, bilge adam... Bu zihniyet bir de siyasete hakim oluyorsa sevgili dostum; o milletlerin haline acımaktan öte yapacak bir şey yok, malesef! Yazık ki, ne yazık; öyle böyle değil hani! Uluslararası arenada, öyle acınacak hallerimiz var ki, burada anlatmak utanç verici olduğu için susmayı tercih ediyoruz...Kalemimiz bile utancından  titriyor adeta!

Psikopat ruhlu insanların kutsal kitapları yakması veya protesto amaçlı bir milletin bayrağının yakılması aşağılık bir hareket olduğu kadar, ciddi bir insanlık suçu olarak, nefreti ve nefret dilini de pekiştiriyor sevgili dostum!

Hangi dinden olursa olsun, Allah'ın insanlara emrettiği "insani ahlâk" ve  "toplumsal barış"tan uzaklaşmayı da beraberinde getiriyor bu nefret dili...

İşin en kötüsü ise sevgili dostum; mevzu kutsal kitabımız olunca, sadece Türkiye'nin tepki vermesi! Bu yetmez elbette. İslâm  dünyasının ortak bir açıklama yapması ve karşı duruş sergilemesi gerekiyordu diye düşünüyorsunuz. Ama öyle olmadı; olmayacak da. Olay, siyaset arenasında iç politika malzemesine dönüştürülüyor hemen! Seçim sürecinde bu ahlâksız olaydan prim yapma ve oy devşirme arzusu da iğrenç bir tutum olsa gerek! Elbette diğer siyasi partiler de altta kalmayıp birer birer kınama metni yayınlayacaktır! Kutsal kitapların ya da milletlerin bayraklarının kameralar önünde yakılması veya tekmelenmesi bir özgürlük alanı değil; bir çöplük zihniyetidir; çöplük alanıdır..! Sakın unutma ve unutturma! 

Sadece bu mu sevgili dostum? Elbette hayır...Aynı hassasiyet, her nedense Çin devletinin son yıllarda binlerce camiyi yıkması ve yüzbinlerce Müslüman Türk'ü kamplarda her türlü kötülüğe tabi tutması karşısında gösterilememiştir. Uygur Türklerine yapılan zulüm yıllardır dillendirilmesine rağmen; ne dinci, ne devrimci muhafazakâr!, ne de milliyetçi kanattan bir hamle gelmiyor...Sanki Türk hükümeti, Çin'de böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyor her nedense...! Her ülkeye meydan okuyan Türk hükümeti Rusya, Çin ve İran gibi ülkelere karşı nedense hep kuzu gibi..! Muhalefet partilerinin bu zulmün kınanmasına yönelik kanun teklifleri de iktidar ortakları tarafından reddedilerek gündeme bile alınmıyor...Tuhaf olduğu kadar garip bir durum sevgili dostum! İslâmcı ve milliyetçi olduğunu iddia eden partilerin bu şiddete ses çıkarmaması...

Türkiye'nin hemen yanıbaşında aylar önce başörtüsü meselesinden kaynaklanan ölümle ilgili protestolara karşı, İran yönetiminin şiddet kullanması ve yüzlerce göstericiyi öldürmekle kalmayıp hapsetmesi ve bir o kadar insanı da idamla cezalandırması, ülkemizde nedense sessiz karşılanıyor. Ah bilmezsin ki sevgili dostum; komşudaki ateşe, insani müdahale etmezsen, gün gelir seni de yakar; aman dikkat ha! Terörden daha beter bir bela, bir salgın hastalık hali bu...
Velhasılı kelam sevgili dostum; sırf uluslararası siyasetteki denge ve çıkarlar uğruna insan haklarına yapılan tecavüze tepkisiz kalan hükümetler, günü gelince ayıplanacaklardır elbette. Muhalefet partilerinin bu konulardaki direnişleri ise bir mum ateşi misali sönüp gidiyor; karşılık bulamıyor; iki arada bir derede kaynayıp gidiyor...

Böyle işte! İnsan bilinmeze hayranlık duyar, güç karşısında boyun eğermiş...Mevzu, terazinin bozuk olmasından çok zihniyetin bozuk olması sevgili dostum; zihniyetin bozuk olması...!