Anlatılan bu ya sevgili dostum; yaşam, ölüme sormuş:

"İnsanlar beni çok severken neden senden nefret ediyorlar?"

Ölüm yanıtlamış:

"Sen, tatlı ve güzel bir yalansın. Ben ise acı bir gerçeğim..."

Hayat böyle işte sevgili dostum; insanın bilinen biricik kaderi ölümden ibaret. Yaşam yolculuğundaki diğer ayrıntılar ise herkes için farklı seyrediyor. Kısacası herkesin hikayesi farklı olduğu kadar kendine özgü gelişiyor. Çaresizlik ve sahipsizlik duygusu yaygın olan toplumlarda, her şey ama her şey kaderin bir cilvesi olarak görülüyor. Olan biten her bir gelişmede bir hikmet aramak başka, teslim olmak ve kenara çekilmek başka!

Aklımızın ermediği her mevzuyu Allah'ın hikmetine bağlamakla meşgulüz kısacası...Sadece gerçek anlamını  dahi bilmediğimiz sabır ve şüküre sığınıp yolumuzu belirlemeye çalışıyoruz. Sesimizi duyurmak yerine tamamen sessizliğe gömülüyoruz...

Haklı olduğumuz bir davada bile tefekküre dalıyoruz; hak aramak ne kelime! Kimden ne bekleyeceksin ki görüşü belleklere işlenmiş...

"Yollar yürümekle aşınmaz" denilen bir dönemden, "otur oturduğun yerde; zorun ne rahatlık mı battı sana!" denilen bir dönemi yaşıyoruz. Devletin her halükârda tartışılmazlığını kabul ederken, kuru kuruya  "itaat ve sadakat" a zorlanıyoruz. Oysa ki hakkın yolunda gitmek veya ilerlemek denilen bir yaşam da var. Ve bu yaşam için mücadele ruhu ve azmi...

Devlete olan bağlılıkla hükümetlere olan bağlılığı birbirine karıştırmakla bir ömür tüketmişiz. Halk iradesinin tecellisi için oy kullanmışız sadece. Önünde ya da arkasında halkın başka bir etkisi olmaksızın...Vekilleri biz seçmişiz ama, onlar kendilerine başka bir dünya kurmakla uğraşmışlar. Siyasetçileri seçmişiz; seçmesine ama, asılın kendimiz olduğunu unutup olan biten her şeye boyun eğmişiz. Oysa ki, ne vaatlerle gaza getirilmişiz. Yalan rüzgârlarına kapılıp gitmişiz; bir türlü savuşturamamışız.

Varsa yoksa, her seçim döneminde önemli olmuşuz. Sandıkla gelen, sandıkla gider diye inansak da, gelenler gitmemek için her türlü dümeni çevirmişler de farkında olmamışız. Evet biz halkız, halk olmasına da irademiz neye yaramış haberimiz dahi olmamış. Kimse bize sormamış görüşlerimizi veya ne düşündüğümüzü...

Velhasılı kelam sevgili dostum; dün olduğu gibi bugün de, formaliteden veya iş olsun torba dolsun denilerek sandıklar kurulacak; oylar verilecek; ama halk iradesinin gerçek sonucunu hiçbirimizin bilme şansı olmayacak. Daha şimdiden oy hırsızlığı ve parmak boyasını tartışmaya başlamışız. Sandık güvenliği ve sandığa sahip çıkma tekrar gündeme gelmiş. İşte, dijital sistem denilen elektronik programlar neye göre kurgulanmışsa o olacak. Biz sadece, "halk demek ki böyle istedi" demekle yetineceğiz. Sonra, "hadi çekilin kenara" denilip bir sonraki seçime kadar kimsenin umurunda  bile olmadan dayanabildiğimiz yere kadar dayanabileceğiz...

Bir gün gelecek, seni aşağı çekecekler. Herkes seni kaybettin sanacak. Ta ki, o gün gelene kadar...!

Nihayetinde, ağır aksak giden demokrasi geleneğimiz, asla bir kalite standardı yakalamadan birilerine hizmet etmeye devam edecek...Bazıları  hayata anlam katacak; bazıları katamayacak; ama bazıları da " ruhum sana kanmam diyor" şarkısını söyleyecek...!

"Ölmek için doğmuştur ya insan, o yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever insan..."

Yağmurun bereket getirmesi dileğiyle...!