"Gökyüzü esastır; bizler ise yolcu" demişti, bilge! Binalar, binalar, binalar...

Alçak ya da yüksek binalarla doldurduk şehirlerimizi sevgili dostum ! Şehir merkezlerinde, insanların nefes alabileceği yeni park alanları ve yeni meydanlar, yeni otoparklar yapamadık. Her ne hikmetse hep rantın peşinde koştuk. Kutsal mekanların etraflarını açıp, şöyle bir soluklanacak yaşam alanları oluşturamadık. Modern kentlerin vazgeçilmezi olan otoparklı daimi pazar yerleri kuramadık; sağlıklı  tuvaletleri şehrin dört bir tarafına yayamadık...Ve daha neler neler... İnsanlara hiçliğini hatırlatırcasına yapıldı her şey sanki... Gökyüzünü gören yok artık; kafasını kaldırıp bakan ise hiç! Oysa ki, mavi gökyüzünün çocuklarıydık biz. Sırt üstü çimenlerin üzerine uzanıp derin mavilikte saklı hayallerimizi resmederdik...Göçmen kuşlardan, birbiriyle yarışan bulutlara ve arkasında uzun izler bırakan uçaklara dokunurduk öylesine.

Bazen bir leylek selam verircesine kanat çırpıp uçup giderken, gündüzleri ayı ve yıldızları arardık öylesine, anlamsızca... Geceleri, yıldızlara ve aya uzanırdık; tutardık onları, avucumuzun içinde sıkıca; hırsızlar çalmasın diye. Yoksa geceyi kim aydınlatabilirdi ki? Çünkü korkardık zifiri karanlıktan...

Işığımıza sahip çıkarken, çoban ateşlerinin etrafındaki halkalara katılırdık sıra sıra; uzun uzadıya sohbetler ederken...Aniden bir çakal yağmuru alnımıza dokunurken, ardından gelen gökkuşağının mucizevi renklerini, en çok da mavisi bizim olsun isterdik be sevgili dostum...Gökyüzü mavi olsun kalbimize  dokunsun; biz de uzaktan dokunalım göğe, bize huzur versin isterdik...Gökten haber çalanların hikâyesi, masal da olsa kulaklarımızda hâlâ; aklımızın bir tarafında manevi yüceliş, hüzün ve keder; diğer tarafında ise tarifi çok zor bir mutluluk hissi..!

Velhasılı kelam sevgili dostum; doğa, huzur ve bereketin kaynağıdır. Yaşamak ve nasiplenmek ise aklın işi! Gerisi ayrıntılarda saklı elbette...