Kendini erteleyerek, hiçe sayarak, un ufak ederek, perişan ederek nereye gidiyorsun sevgili dostum?
Bu telaş, bu acele neden? Neye, nereye geç kalma korkusu iter insanı böyle ölümüne, böyle delicesine? Varılan yerde, yani tükenişin kutsanacağı yerde, anlamsızlığın anıtı ruhun ölümü üzerinde yükselecek belki de... Orada kimsizliği, sensizliği, çaresizliği, amaçsızlığı, bulacaksın. Yitirdiklerin, göremediğin ufukların gerisinde kaldı. İçinde kendine bir yeni ufuk açmadan göremeyeceğin, dönüşsüz yerdesin.
Nelerini geride bıraktın bir bilebilsen. Aşkı, sevmeyi, özlemi, şefkati, her şeyi… Şimdi dünyana çok uzak ve metafizik olan! Yine de köklü bir devrimle kendine varacak kestirme bir yol bulabilirsin. Bir son şans, son imkân olarak bu önünde duruyor. Çünkü unuttuklarınla unuttun kendini. Ezdiklerinle ezdin değerini. Ruhunu kendi ellerinle boğdun. Ufkunu kararttın. Zamanı kısalttın. Dünsüzlük sana bugünsüzlüğü verdi. Yarınsız olmadan gününü yeniden keşfetmelisin. Hatırla. Kendini hatırla. O yalınkat insan yanını. Sana yollar kapanmadı, kendin kapandın. İçindeki kapalılığı açmadan her yol çıkmaz kalacak sana. İçindeki çıkmazdan kurtulsan önü açık yolların esenliğine, önü açık yollarla esenliğe çıkacaksın. Bir telaş, bir telaş…
Velhasılı kelam sevgili dostum; elde ettiğin bir şeyi yaşamadan neredeyse ona dokunmadan eskitiyorsun. Yaşam mı seni yontuyor, değersizleştiriyor, yoksa sen mi yaşamı kurutuyorsun belli değil..?
İnsanlığını, kul olduğunu hatırla ve de sana verilen emaneti...!