Bilgenin dediği gibi sevgili dostum: “Mesela susayınca su içecek kadar basit Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında  Saatin, sadece saati gösterecek;

Telefonu sadece telefon etmek için kullanacaksın

Küçük bir not defteri olacak bilgilerini en hızlı sayan 

Basit yaşayacaksın, basit

Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit.” 

Zaman zaman insan, “Allah’ım şeytana aklımı zehirleme imkânını vermeyecek bir basiret ve irade gücünü benden eksiltme, aklıma mukayyet ol, onu kaydırma” diye dua ediyor. Bu duayı, hızla anlamını ve estetiğini yitirmiş günler yaşadığında sık sık yapıyor. Anlamaya, algılamaya fırsat bile vermeyen soluk aldırmaz gidişatımız sebebiyle bütün bunlar... Öyle delicesine bir tempo içindeyiz ki, aklımızı toparlamak için durduğumuzda düşecekmiş gibi oluyoruz. Ses duvarının aşıldığı, ışık hızının zorlandığı dünyamızın ritmini bilmeyenlere tuhaf gelecek ilk gerçek; koşanların değil duranların düştüğüdür. Bir bisiklet gibi yani... Sancıyan bedenimizi, yorgun ruhumuzu dinlendirmek istediğimizde varoluş ve yaşam alanının dışına çoktan savrulmuş oluyoruz. Kendimizi ve her şeyi unuturcasına bir yarış, bir koşturma içinde ancak var olma, ayakta kalma şansı sahibiz. Geçmişin “Yaşam Yorgunu Bir Adam”ı çağımıza tanık olsaydı ne der, ne düşünürdü acaba? Yıldırım hızıyla yaşıyoruz. Bilgilenmeden, siyasete, ekonomiye kadar hayatın her alanına korkunç bir hızla giriyoruz; her şeyi biliyormuş gibi! Hız bir yandan peşinden sürüklenen tüm algıları, anlamları anlık sürtünmelerle aşındırıp hiçleştirirken, diğer yandan kendi başına tutkuya, amaca dönüşüyor aslında... Hazzı hızda arayan bir nesil yetişiyor bugünlerde. Hızlı yaşamak genç ölümlerin geride bıraktığı acı boşluğu dolduran teselli teranelerine dönüşüyor. İnsan hıza doymamakta, adeta ruhunun yücelişiyle teskin edemediği varlığına sınır tanımaz şuursuz sıçrayışlarla yokluğun hazzını tattırmak istiyor; üstelik kendisine vazgecilmez bir modern put da tayin ederek; adına da "para" diyerek...