Zaman hızla akıp gidiyor sevgili dostum! Yıllar önce tv reklamlarını kasıp kavuran mizahi bir fındık reklamındaki o ses hâlâ kulaklarımızda..."Ayrıyeten, Aganigi naganigi" ile biten, yüksek temposuyla olduğu kadar, yurt çapında da dillere dolanan başarılı bir tanıtım işiydi; fındık için!

Baharla birlikte, Karadeniz'de yine fındık ve çay mevsimi yaklaştı demektir. Geçen sezon yaşanan her şey, daha dün gibi hatırımızda...Önce çay üreticileri başlayacak ürün  hasadına. Çay elbette bereketli bir ürün fındığa göre...Bir sezonda birkaç defa ürün  hasadı yapmak mümkün! Üstelik çay yapraklarını kurutmaya gerek duymadan pazara indirip paranızı alabiliyorsunuz. Üç ya da dört defa elde edilen ürün cepleri bir nebze olsun şenlendiriyor. Elbette, tarımda zahmetsiz bir üretim yok! Ya fındığa ne demeli? Üretici maliyet hesabı dahi yapamıyor. Kazanıyor mu, kaybediyor mu, yoksa elele başbaşa mı tam olarak bilen henüz yok?

Seyrekleyen seyrekliyor; gübreleyen gübreliyor; ya nasip denilip ağustos ayı bekleniyor. Bu arada, don olayından korkuluyor...Vakti gelince otlar ve dikenlikler temizlenecek. Harman düzenlenecek. Kendiniz toplayamıyorsanız, günlükçü peşinde koşacaksınız; binbir yalvarma ve rica ile... Zar zor ürünü harmana serdikten sonra kurutma ve ayıklama derken, yağmur çamurdan korunup kurutulacak ve çürükleri seçilip çuvallanacak...Bir de nem oranı standart seviyeye getirildikten sonra pazara indirilecek. Numune fındıklar kırılıp randıman tespiti yapılacak ve kilo gram fiyatı belirlenecek. İsterseniz, günün rayiç fiyatından nakit alacaksınız emeğinizin karşılığını, isterseniz emanete bırakacaksınız. Tercih sizin yani... Sen hiç hasat sonrası, heyecan ve neşe içinde yapılan bir fındık şenliği veya festivali gördün mü sevgili dostum? Üretici açısından fındığa bakış farklı; tüccar acısından farklı; tüketici açısından da farklı...Üretici emeğinin karşılığını alamadığını düşünüyor her yıl; fiyatlardan şikâyet  ediyor. Tüccar ise işin ticari boyutunda risk aldığını düşünüp kazanıp kazanamama endişesi yaşıyor. Özellikle fiyatların ha bire dalgalandığı dönemlerde tamamen risk! Nakit ürün aldığında başka,  emanet aldığında ise başka bir karmaşa...Tüketici de, çerezlik hazır fındık fiyatının pahalılığından şikâyet edip duruyor...Her sene aynı şeyler konuşuluyor aşağı yukarı! Binbir zahmetle hasadı yapılan fındık, ne üreticiyi, ne de tüccarı öldürüyor; ne de diriltiyor aslında! Anlatılan ve yazılan bu ya sevgili dostum; fındığın bir de lânetli  tarafı varmış.

Fındığı sadece üretiyoruz; katma değer oluşturamıyoruz. Fındık üretiminde tekeliz ama işleyen ise Avrupalı. Butik üretimlerle üretici teşvik edilmeden üründen katma değer sağlamak imkânsız gibi görünüyor. Ürün üzerinden komisyonculuktan başka bir şey yapamıyoruz...  Bunun yanında fındık fiyatı yükselir yükselmez, Karadeniz’de farklı meslek sahibi olan herkes, bir anda fındık tüccarına dönüşüyor. Fındığı bilmedikleri için hem kendilerini, hem de üreticiyi zarara uğratıyorlar.

Fındığın lanetli olduğu görüşünü savunanlar da az değil hani! 1950’li yıllarda bölgenin en büyük fındık tüccarı, fındıktan canı yanmış ve iki kere iflasın eşiğinden dönmüş Rum asıllı Trifonidis’in, "Fındık Manifestosu"na kulak vermek lâzım. Ne diyordu Trifonidis; "fındık dinsizdir, fındık imansızdır, fındık nikâhsızdır, fındık kitapsızdır, fındık namussuzdur, fındık işini iyi bilirim de yaparım diyen delidir, 
fındık işinin ilerisini görürüm de yaparım diyen zırdelidir, fındığı elinde tutup satmayacak olursan yanlış yapmış olursun, 
fındık paran kadar mal alırsan ve hesaplı gidersen zarar etmezsin, 
fındık hakkında konuşurken başkalarını dinle ama tatbik etme!
fındığın alış ve satışında fazla ısrar edersen, evvela malına, sonra da canına mal olur..."
Velhasılı kelam sevgili dostum; bereketi bir tarafa, lâneti bir tarafa..."
Kimi bereketini görür, kimi de lanetini...
İşte bunu artık iyice okuyup ona göre fındığın lânetini içimizde çözelim demekten başka bir çözüm de görünmüyor sevgili dostum!
"İnsanlar, yalnızca kendilerinin hissetmediği acıları çekenleri teselli edebilirler." diyor bilge. Hiç yaşanmamış acılar üzerine konuşabilmek ve teselli vermek bu yüzden çok kolaydır. Yarayı bilmekle, yaralı olmak çok farklı şeyler, sevgili dostum!
 Araplar güzel söylemiş:
"Tatmayan bilmez."