İşadamı Cem Uzan, Simavilerin Hürriyet Gazetesi’ne ve Dinç Bilgin’in Sabah Gazetesi’ne rakip bir gazete kurarak basın dünyasında kendine yer edinmeyi amaçlıyordu. Bu amacını 90'ların sonunda Star Gazetesi’ni günlük olarak yaşama geçirerek yerine getirdi. Gazetenin yayın yönetimine de iki gazeteciyi getirdi. Sabah Gazetesi’nden çok büyük transfer parasıyla kopardığı Fatih Çekirge ve Yılmaz Özdil.

Bu iki gazeteci Star Gazetesinde hiç ortalıkta görünmediler. İsimleri sadece gazetenin künyesinde yer alırken onlar bi hakkın vazifelerini yerine getirip bol fotoğrafa dayalı manşetlerle süslü görsel yanı baskın gelen bir gazete yayınlayarak satışta Star gazetesini üst sıralara çektiler. Tabii bunu yaparken de emeklerinin karşılığını fazlasıyla aldılar.

İlk AKP hükumeti iş başına gelip Uzan ailesinin sahibi olduğu Rumeli Holding’e mali operasyon başlayıp Star Gazetesi  el değiştirene kadar bu devran böyle devam etti.

Yazıma neden böyle bir giriş yaptım açıklayayım: Amerikalıların telefon, tablet ve yazılım devi Motorola firmasına 4,5 milyar dolar borç takan ve bunu ödemeyen, bu yolla ülkenin itibarını yeksan eyleyen Uzan’ın kara kutusu durumuna geldiği halde, ulusalcılık, ahlak, edep, hak, hukuk, adalet adına her yere laf yetiştiren Yılmaz Özdil, Uzan konusunda neden bir kelam eylemez sorusuna yanıt aradığım için.

Yılmaz Özdil'in “Afro Türk” başlıklı yazısını okuyup, bu vatandaşlarımızı tanırken, bu yazıyı yazan gazetecimizi de iyi tanıyalım derim. Zira Yılmaz Özdil Türkçenin çok heceli ve iç içe geçmiş çok anlamlı dil olma özelliğini iyi kullanarak inanılmaz ölçüde algı operasyonu yapıyor. Gerçeği sunarken  cümle aralarında anlamları ters yüz  ederek, başka alanlarla paslaşarak gerçeğin aksine bir algıya sahip olarak gerçeklerden uzaklaşmamızı sağlama işini/görevini başarıyla gerçekleştiriyor.

Aynen Star Gazetesi’nde yaptığı gibi. Orada fotoğraf kullanarak yapıyordu şimdi kalem kullanarak yapıyor. Bu öyle bir yapış ki, sadece gerçekten/gerçeklerden uzaklaşmakla kalmayıp konu hakkında kendimizi kötü hissetmenizi de sağlıyor.

Yazılarında bir konuyu anlatırken sık sık ele aldığı gibi, ülkemizi ne çok sevmemiz gerektiğini özellikle vurgularken, öte yandan verdiği örneklerle ülkemizi sevdiğimize bizi pişman ediyor, pişmanlık hissini içimizde yaşatıyor, içimize yerleştiriyor.

Ülkesinde köle iken geldiği Türkiye Cumhuriyeti’nde eşit vatandaşa dönüşen Afro Türkler üzerinden bu ülkede herkes gibi AfroTürkler’in de haksızlığa uğrayıp devletin onları asla görmediği gerçeğine bizleri inandırmaya  çalışıyor.

Endonezya'dan Nijerya’ya, Gana’ya Sudan’a kadar tarihin en önemli köle ticaretini, sömürgeciliğini ve köle katliamını yapan Hollanda’nın elinden kurtulup Türkiye’ye gelen ve kendilerine Afro Türk dediğimiz insanlar Atatürk’ün  kurduğu bu güzel ülkede kölelikten kurtulup eşit insan olmanın değerini yaşadılar. Hepsinin birer nüfus cüzdanı oldu ve kanun önünde herkesle eşit oldular. Bu durumda Yılmaz Özdil'in yazısında dediği “devlet onları görmedi" söz/yazı öbeği ciddi biçimde bir algı operasyonudur ve bu yolla ulusalcılık taslamak adına savunduğu değerlerin arkasından dolaşmaktır. Başka bir anlamda da samimiyetsizliktir.

 Bu öyle bir samimiyetsizliktir ki ya da öyle bir algı operasyonudur ki, şahane bir gerçeğin üzerini sadece haber mahiyetinde kendini alkışlatıp sonra önemsizleştirerek gerçeğin üzerini örtme operasyonudur. Hikâyeyi tüm gerçekleriyle anlatırken sık sık başvurduğu gerçeği tersine çevirme girişiminden asla kaçınmıyor. Çünkü hikayede “ben bir gerçeği anlatıyorum  ama bu gerçekten başta devlet  yada hükümet olmak üzere kimsenin haberi olmadı” diyerek kendini alkışlatmayı sağlıyor. Oysa gerçeklerden halkı/bizi kendi gibi gazetecilerin haberdar edeceği gerçeği gün gibi ortada dururken.

Öte yandan haber vermek gazetecilerin görevi iken “bakın ben sizi bu yazımla haberdar ediyorum ama geçmişte böyle böyle oldu” diyerek suçu başkalarına atıyor. “Afro Türkleri keşke daha önce fark etseydik de bu insanların sorunları ile birlikte ilgilenseydik” demeye getiriyor ve bu yolla devletimize karşı yabancılaşmamızı sağlıyor.

Tüm bunları yaparken bir dünya devi şirkete 4,5 milyar dolar takan eski patronunun ülkeye verdiği zarardan, yarattığı itibarsızlaştırmadan asla söz etmiyor.

Yılmaz Özdil'in kalem gücünün verdiği duygu yoğunluğu, yönettiği algı operasyonunun bel kemiğidir. Çünkü dili kullanmaktaki başarısı ile yarattığı duygu yoğunluğu, yaratmak istediği algı operasyonunu başarılı bir biçimde tetikliyor. Ve bilinmelidir ki, duygu yoğunluğu içindeyken sağlıklı ve nesnel düşünmek zordur. Bu nedenle duygu yoğunluğu ile yaratılan ilk izlenim bizi nesnel düşünmeye götürecek olan son düşünceye baskın çıkar ve onu ezip geçer. Yapacağım son yorum ilk ve baskın düşünceyle tutarlı ise sorun yok ama değilse en önemli gerçeği bile algılamayaz hale geliriz.

Yılmaz Özdil'in kullandığı bu çok basit tekniklerle çok yönlü algı sonuçlarına ulaşması gerçekten alkışlanacak  bir durum.

Üstelik bu “Afro Türk” yazısının zamanlaması da çok manidar. AYM’nin itibarsızlaştırmaya çalışıldığı, eşit vatandaşlık sorunumuzu var olduğu tartışmalarının sürdüğü günlerde.?.

Yazısında böyle bir algı operasyonunda bulunmayıp zor hayatlar üzerinden “kıssadan hisse yazısı yazsaydı, bu yazıdan şu sonuç çıkardı: Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, tarihin kanlı köle ticaretini yapan vahşi medeni batının elinden kurtarıp  vatandaş yaptığı bu insanlara, yukarıda da yazdığım gibi herkesle “eşit olma” hakkı verdi. Bu Türkiye Cumhuriyeti ki, topraklarında özgürce yaşayan insanları toplayıp köle yapan sömüren vahşi ve medeni batıya karşı verilen kurtuluş savaşı sonucunda kuruldu.

Yılmaz Özdil adil bir yazı yazmış olsaydı yazısından yola çıkarak “neden bu devleti adil bir biçimde kullanamadık, sorun nerede acaba?” sorusunu tabii ki sorardık kendimize.