Eğitim sistemimizden başlayarak, bütün kurumlarımıza yerleşen bir kültür oldu vasatlık.  Beklentiler hep aynı, sorgulamayan, duymak istenilenleri söyleyen,  idare edilebilir insanlara sahip olmak!

Maalesef vasat insanların itibar gördüğü bir toplumda yaşıyoruz.

İş hayatından siyasete ve din kurumlarına kadar her alan bu türden insanları seviyor.

Daha fazlasını düşünmeye ve yapmaya çalıştığınızda da, dışlanıyorsunuz…Eleştiriler hep sizi sıradan olmaya yöneltiyor.

Düzenin adamı olan ve risk almayı sevmeyen vasat insanlar; sizin de, itaatkar, sürünün bir üyesi olmanızı, kalabalıklarda kaybolmanızı, karar alma söz konusu olduğunda etrafa bakarak el kaldırmanızı istiyorlar.

İçinde bulunduğunuz toplum tarafından kabul görmek ve sevimli görünmek hatta düşman sahibi olmamak istiyorsanız, sizde istenilenleri yerine getiriyorsunuz.

İstenilenler belli;
Göze batacak farkındalıklar ortaya koyma…
Düşüncelerini kendine sakla…Fazla konuşma…
Onaylanmayacak işlere girişme…Kalite arama…
Yukarıyı alkışla ama sen alkışlanacak şeyler yapma…
Kısacası, etkisiz ol, taraf olduğun araziye kendini uydur.

Bunların neticesinde  de, fikir üretemeyen, hayal kuramayan, ideali olmayan, korkak ve başarıyı başkalarından bekleyen sıradan insanlar olmanız kaçınılmaz oluyor.

(Böyle bir ortamda, liyakat sistemini tartışmak ne kadar boş değil mi?)
 
Vasatlık dediğimiz şey; akıl ve zekanın, yenilik ve yaratıcılığın en büyük düşmanıdır.

İşte cehalet toplumu böyle böyle esir alıyor ve kimliksizleştiriyor…

Kendi aklını ve aydınlığını siyasi taraftarlığına göre ölçen… sembollerle ve sloganlarla, düşüncelerini tembelleştiren bu türden insanların, her yerde özellikle siyaset ve din kurumlarında örgütlendiğini görebiliyoruz.

Bu insanlar,  büyük hayalleri olan, mücadeleci ve kararlı insanları daima bir tehdit ve tehlike unsuru olarak görüyorlar.

Menfaatleri söz konusu olduğunda ise hiç anlamasalar bile, her işe talip olma cesaretini gösterebiliyorlar. Ki, liyakatsizlik burada başlıyor.

Her şeye, herkese kızıyoruz da, bir türlü kendimize kızmayı beceremiyor, anlayışımızı değiştirmeyi, cesur olmayı başaramıyoruz.
Ne kadar bilgiye ve teknolojiye sahip olursak olalım, düşünmekten, yazmaktan daha doğrusu mevcut sistemi, sistemin vasat insan anlayışını sorgulamaktan çekiniyoruz.

Böyle bir ortamda da, bizim gibiler ne duyulabiliyor, ne görünebiliyor, ne anlaşılabiliyor ne de, topluma ilham kaynağı olabiliyor!

Sonuç olarak,

İnsana dair her şeyi tüketecek, enerjileri baskılayacak; siyasetinizi ve inançlarınızı hareket, gelişim ve bilgi üzerine değil de, kurgular ve suni gündemler üzerine inşa edecek; sorgulamayan, şuursuzca inanan bir toplum anlayışına sahip olacaksınız sonra da biriniz bozuk  düzenden dert yanacak biriniz de, yarınlar güzel olacak türküsü çığıracaksınız…

O vakit kuru gürültüye devam…