İnançlı işlemlerin iki tarafı vardır. Bu iki tarafı inan ve inanılan oluşturur.
İnançlı işlemlerin iki tarafı vardır. Bu iki tarafı inan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da bir şeyi bir kişiye duyduğu güven duygusuna dayanarak inançlı olarak temlik eden kişi, inançlı işlemin “inanan” tarafını oluştururken; temlik edilen hakkı ya da şeyi, kendisine ait başka bir hak olarak doğrudan ya da dolaylı şekilde kendi yararına kullanan kişi ise inançlı işlemin “inanılan” tarafını oluşturmaktadır. İnanan tarafın, inanılan kişiye inançlı olarak kazandırdığı şey ise “inanç konusu şey” olarak adlandırılmaktadır.
İnançlı işlemler, inanan tarafın kendisine inanılan tarafa güvenerek malını temlik ettiği ve işlem için belirlenmiş süre son bulduğunda temlik edilen malın ilk malikine döndüğü işlemlerdir. İnançlı işlemlerin, iki tarafın bir malın temlik edileceğine dair karşılıklı ve ortak irade beyanlarıyla kurulan inanç sözleşmesi, yani bir borçlandırıcı işlem ve arkasından malın inanılan tarafa temliki gerçekleştiğinden tasarruf işlemi olmak üzere iki unsuru olduğunu söylemek mümkündür.
Kanunda inançlı işlemlere ilişkin açıkça bir düzenleme bulunmamakla birlikte, her işlem gibi inançlı işlemlerin de hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için Borçlar Kanunu’nun 27.maddesinde sayılan geçerlilik şartlarına uyması gerekmektedir. Yani kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı ya da konusu imkânsız olmamalıdır. Muvazaa içermemelidir.
Borçlar Kanunu’nun 26.maddesinde düzenlenen sözleşme serbestisi ve yine Borçlar Kanunu’nun 12.maddesinde düzenlenen şekil serbestisi uyarınca inanç sözleşmesi yapılırken herhangi bir şekil şartı söz konusu değildir. Sözleşmenin yapılmasında gerek olmayan şekil şartı, ispat açısından önemli bir unsurdur. Bu bağlamda, inanç sözleşmelerinin yazılı yapılması ispat açısından kolaylık sağlamakta ve büyük bir önem arz etmektedir.
İnançlı işlemlerin ilk unsuru olan inanç sözleşmeleri, Borçlar Kanunu’nun 18.maddesi ve 1945/20 E., 1947/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na dayanır. Söz konusu karara göre, inanç sözleşmelerinden kaynaklanan inanç ilişkisi ancak yazılı olarak ispat edilebilir. Bu yazılı ispat, kendisine inanılan ve inanan tarafın beraberce getirecekleri ve iki tarafın da imzalarını içeren bir belge olmalıdır. Yani, inanç sözleşmelerinin yapılması için herhangi bir şekil şartı öngörülmese de inanç ilişkisinin varlığı ispat edilmek istendiğinde, bu inanç sözleşmesinin yazılı olarak yapılmış olması ispat kolaylığı sağlayacağından; inanç sözleşmesinin yazılı olarak yapılması tavsiye edilmektedir. Hemen belirtelim ki, inanç sözleşmesi yazılı olarak yapılmamış olsa dahi, iki tarafın bu sözleşmenin yapıldığına dair yazıp imzaladıkları belgeler de ispat açısından delil kabul edilebilecektir. Yani inanç ilişkisinin varlığının kanıtlanması yazılı bir sözleşmenin açıklanan “delil başlangıcı niteliğinde” bir belgenin varlığı ile olmaktadır. Bu belge, inanılan taraf tarafından el yazısı ile yazılmış fakat imzalanmamış bir senet veyahut bir mektup; usulünce onaylanmış parmak izi ya da mühür içeren senetler gibi sözleşmenin yapıldığını ispat eder nitelikte olacak herhangi bir yazılı belge olabilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 202.maddesi uyarınca, yukarıda saydığımız “delil başlangıcı” olarak bir belgenin bulunması halinde; inanç sözleşmesinin tanık da dahil olmak üzere, her türlü delille ispat edilebileceği anlaşılmaktadır.
Delil niteliğinde kabul edilebilecek ya da “delil başlangıcı” sayılabilecek bir belge bulunmuyorsa, inanç sözleşmesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 188 uyarınca ikrar veyahut Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 225 vd. uyarınca yemin ile de ispat edilmesi mümkün olacaktır. Yemin delili kullanılmaya karar verildiği takdirde; davacının bu hakkını kullanmaya karar verdiğine dair hâkimi bilgilendirmesi gerekmektedir.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.12.2015 tarihli ve 2014/14-516 E., 2015/2838 K. sayılı kararında da bu durumun altı çizilmiştir:
“Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. Yazılı delille veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.”