Danıştay'ın Andımız kararını grup konuşmasında eleştiren Akşener, iktidar dikkat çeken göndermelerde bulundu. Akşener, "Türk demenin bir ayırma değil, bir birliktelik arzusu olduğunu görmek istemeyenler, son bağımsız Türk devletini, uçuruma sürükleyenler, elbette andımızın son cümlesinde şaşkına döner." dedi.

Partisinin grup toplantısında konuşan Meral Akşener, Danıştay'ın Andımız hakkındaki kararına  ateş püskürdü.

 

Akşener, "Bu ülkede, Mustafa Kemallere idam fermanı yazanlar oldu. Bu ülkede, milletin meclisinin üzerine ordu gönderenler oldu. Bu ülkede, milletine terörist diyenler oldu. Bu ülkede, Andımızı yasaklayanlar oldu. Aslında buna çok da şaşırmıyoruz. Çünkü onları anlayabiliyoruz. 

Andımızın sözleri ağır gelenler, elbette andımızı yasaklamak ister. Küçüklerini korumak yerine, onlara göz dikenler, elbette andımız okunmasın ister. Oy hesabı dışında, büyüklerini sayıdan saymanlar, yaş almışına, emeklisine sahip çıkmayanlar, elbette andımız duyulmasın ister. Yandaşını milletinden çok sevenler, Yükselme ve ileri gitme idealini içine sindiremeyenler, elbette andımız bilinmesin ister. “Büyük Atatürk” dendiğinde, kaşıntı tutanlar, Çalışmak yerine, çalıp, çırpanlar, elbette andımız hatırlanmasın ister." dedi.

Akşener sözlerini, "En önemlisi de, Türk demenin bir ayırma değil, bir birliktelik arzusu olduğunu görmek istemeyenler, son bağımsız Türk devletini, uçuruma sürükleyenler, elbette andımızın son cümlesinde şaşkına döner" diyerek sürdürdü.

MHP'ye de tepki gösteren Akşener, "Danıştay kararına rağmen, üç yıldır ortağına, 'Andımızı okutun.' diyemeyenler, Şimdi ise çıkmışlar, Genel Kurul kararından sonra, bu karara isyan ediyor-muş gibi yapıyorlar. İbretlik gerçekten… Allah kimseyi böyle yoldan çıkartmasın." şeklinde konuştu.

 İşte Akşener'in konuşmasının detayları ;
 

Dava arkadaşlarım;

Bu ülkede, Mustafa Kemallere idam fermanı yazanlar oldu. Bu ülkede, milletin meclisinin üzerine ordu gönderenler oldu. Bu ülkede, milletine terörist diyenler oldu.

Bu ülkede, Andımızı yasaklayanlar oldu. Aslında buna çok da şaşırmıyoruz. Çünkü onları anlayabiliyoruz. Andımızın sözleri ağır gelenler, elbette andımızı yasaklamak ister. Küçüklerini korumak yerine, onlara göz dikenler, elbette andımız okunmasın ister.

Oy hesabı dışında, büyüklerini sayıdan saymanlar, yaş almışına, emeklisine sahip çıkmayanlar, elbette andımız duyulmasın ister. Yandaşını milletinden çok sevenler, Yükselme ve ileri gitme idealini içine sindiremeyenler, elbette andımız bilinmesin ister.

“Büyük Atatürk” dendiğinde, kaşıntı tutanlar, Çalışmak yerine, çalıp, çırpanlar, elbette andımız hatırlanmasın ister.

En önemlisi de, Türk demenin bir ayırma değil, bir birliktelik arzusu olduğunu görmek istemeyenler, Son bağımsız Türk devletini, uçuruma sürükleyenler, Elbette andımızın son cümlesinde şaşkına döner! Ama o arkadaşlar hiç kusura bakmasın, bizler hala buradayız. Türk Devleti hala burada. Cumhuriyet hala burada. Çünkü bu topraklarda, milletini ve memleketini özünden çok sevenler, kendilerini ve koltuklarını, özünden çok sevenlere karşı, her defasında galip gelmiştir.

Her zaman da galip gelecektir!

Dava arkadaşlarım;

Andımız, inancımızda, sözümüzde, yaptıklarımızda ve yapacaklarımızdadır! Andımız, milletimize duyduğumuz sevgide, büyük, güçlü ve zengin bir Türkiye’ye duyduğumuz özlemdedir!

Andımız, kahraman atalarımızın aziz hatırasında, Atatürk’ümüzün mirasındadır! Andımız, kalplerimizde, andımız ruhumuzda, andımız irademizdedir.
 

O nedenle, andımıza el uzatmaya cüret edenlere inat, bir kez daha; Ne Mutlu Türküm Diyene!

Değerli milletvekilleri;

Bakanlıklarımız içinde, ikisinin adının başında “milli” kelimesi vardır. Kafiye olsun diye değildir. Zaten kafiyeli de değildir.

Biri Milli Savunma Bakanlığı, diğeri de Milli Eğitim Bakanlığı’dır. İşte o nedenle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, milli kimliğimize vurgu yapan, milli şuuru besleyen Andımızla, yargı üzerinden mücadeleye girmesi, acı olduğu kadar da, ironiktir. “Yerli ve milliyiz.” diyenlerin, aslında ne olmadıklarını göstermesi bakımından da, bir o kadar öğreticidir.

Biliyorsunuz, Danıştay’ın 2018 yılında verdiği, “Andımız yeniden okutulmalı.” kararının ardından, bu kürsüden birçok defa, “Kararı uygulayın.” çağrısı yaptım. Meclis grubumuz, soru önergeleri verdi. Tüm bu süreçte, iktidardan da, ortağından da ses çıkmadı. Danıştay kararına rağmen, üç yıldır ortağına, “Andımızı okutun.” diyemeyenler, Şimdi ise çıkmışlar, Genel Kurul kararından sonra, bu karara isyan ediyor-muş gibi yapıyorlar. İbretlik gerçekten…

Allah kimseyi böyle yoldan çıkartmasın.

Abdürrahim Karakoç ne güzel söylüyor;

“Bindirmişler bir gemiye,

Rotasından haberi yok.

Korkuyor ‚’Türküm’ demeye,

Atasından haberi yok.

**

Derdi, davası oy için,

Seneyi satar, ay için,

Herkese çatar, bey için,

Ötesinden haberi yok…”

Aziz Milletim; Sayın Erdoğan ve iktidarı, Cumhuriyet’in değerleriyle ve milletimizin kazanımlarıyla kavga etmekten, bir türlü bıkmadı, bir türlü yorulmadı. Değerleriyle kavga ettiğiniz bir devleti, hakkıyla ve layıkıyla yönetemezsiniz. Nitekim, yönetemiyorlar. Çünkü devlet yönetmek ciddiyet ister.

Akıl ister, sağduyu ister, özveri ister. Kendi menfaatini değil, milletin çıkarlarını gözeten bir irade ister. Hele ki, uluslararası ilişkilerde, atılacak her adım, ince hesaplar, isabetli kararlar ister. O nedenle, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni, “paşa gönlüne göre” yöneten bir anlayışın, bırakın isabetli adımlar atması, adım atabilmesi bile mümkün değildir.

Nitekim son günlerde, 2013 yılında diplomatik ilişkilerin kesildiği, Mısır konusunda, bazı açıklama ve girişimler var. Önce, Milli Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, ardından da Dışişleri Bakanı, Mısır’la yeni bir döneme girileceğini söyledi.

Geçen Cuma da Sayın Erdoğan, artık gelenek haline getirdiği, “Cuma sonrası gıybeti” seansında konuştu. “Türkiye’nin Mısır’la ilişkileri, öyle en üst düzeyde değil de, şöyle bir “tık” altında sürecek.” dedi… Fesuphanallah…

Şu devlet insanı ağırlığına bakar mısınız? Şu devlet ciddiyetine bakar mısınız? Şahsım diplomasisinden, “tık” diplomasisine terfi ettik. Hayırlı uğurlu olsun… Bir “tık” altında sürecekmiş… Bir “tık” ne demek Sayın Erdoğan? Sisi’yle sen görüşmeyeceksin, bir “tık” altında, Sayın Çavuşoğlu mu görüşecek? Elçilik açmayacaksınız, bir “tık” altında, maslahatgüzar mı göndereceksiniz?

İhracat yapmayacaksınız, bir “tık” altında, ithalat mı yapacaksınız?

Sisi’ye darbeci, diktatör demeyeceksiniz, bir “tık” altında, “Cumhurbaşkanı” mı diyeceksiniz?

Rabia yapmayacaksınız, bir “tık” altında, 3 parmak mı göstereceksiniz?

Biz elbette, Türkiye’nin tüm ülkelerle, sağlıklı ve istikrarlı ilişkiler kurmasını isteriz.

Bunu da, Amerika istiyor diye değil, Avrupa ısrar ediyor diye değil,

Türkiye’nin kazanması için isteriz.

Ama;

Türkiye’yi, Ortadoğu’da yalnızlaştıran,

Milyarlarca liralık yatırımı, heba eden bir politikanın,

Herkesçe malum olup da, seslendirilmeyen sebeplerle terkedilmesini,

elbette sorgularız.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Mısır’a niye küstü, şimdi niye barışıyor,

Hayır mı, şer mi, elbette bilmek isteriz.

Ve kaybedilen zamanın, tepilen fırsatların, hesabını kim verecek, elbette öğrenmek isteriz.

Bu, milletimizin bize verdiği sorumluluğun gereğidir.

Ama tüm bunlara cevap veremeyip,

Bir de üstüne “Bir tık aşağısı.” demek,

“Oylarım düşüyor, dış politikada da zor durumdayım.

Kendimi kurtarmak için, Sisi’yle görüşmem lazım; ama, bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.” demektir.

Şahsi çıkarların, koltuk korkularının dayattığı “tıklarla”, devlet yönetilmez Sayın Erdoğan.

Devlet, akılla, stratejiyle, planlamayla yönetilir.

Bir “tık” aşağısı, bir “tık” yukarısıyla, milletin, memleketin çıkarları korunmaz.

Çık, devlet insanı gibi, milletimize, şimdiye kadar atılan yanlış adımların hesabını ver,

Sonra da milli çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa, onu yap. “tık” muhabbetiyle milletimizi oyalamaya çalışma.

Ayıptır, günahtır.

Aziz milletim;

Sayın Erdoğan’ın, Mısır için, Gazze için yaptığı aslında nedir biliyor musunuz?

Oralarda yaşanan acıları, iç siyasete malzeme yapıp kullanmaktır.

Çünkü Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışına göre, herkes ve her şey, sadece, kendi iktidarına hizmet ettiği sürece değerlidir.

Her acı, her kriz, Sayın Erdoğan için, siyasi ranta dönüşebildiği sürece anlamlıdır.

Bu nedenle, gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı,

Mısır’la, İsrail’le konuşmayı, el sıkışmayı gerektirir;

İşte o zaman, ne Rabia meydanı, ne Gazze, ne de Mavi Marmara,

Sayın Erdoğan için artık önemli değildir.

Gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı,

Yunanistan’la anlaşmayı gerektirir;

İşte o zaman, ne Kıbrıs davası, ne de Kıbrıslı kardeşlerimiz,

Sayın Erdoğan için artık önemli değildir.

Gün gelir, Sayın Erdoğan’ın iktidarının devamı, pkk ile masaya oturmayı gerektirir;

İşte o zaman, ne şehitlerimiz, ne de memleketin bütünlüğü,

Sayın Erdoğan için artık önemli değildir.

O gün geldiğinde, ki o günü daha önce defalarca gördük; sessiz sedasız, kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılır, temaslar başlar, masalar kurulur, tavizler verilir.

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, insanların değerlerine duydukları saygı, işte bu kadardır.

Değerler, onları iktidarda tuttuğu sürece, yani kullanışlı olduğu sürece savunulur.

Yaşananlar işte tam olarak budur.

Peki bu anlayışın sonucunda ne olur?

Sayın Erdoğan için yeni bir gün doğar, şov tam gaz devam eder,

Yapılan yanlışların bedelini Türkiye öder, Türk Milleti öder.

Olan kutuplaşan milletimize, ekonomimize, itibarımıza olur.

Düşünün;

Mesela, daha makul ve akılcı bir dış politika yürütseydik nasıl olurdu?

Mısır ile Yunanistan arasındaki, Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, bize rağmen imzalanabilir miydi?

2013’ten sonra Mısır’a yaptığımız ihracat hızla düştü. yaklaşık 4 milyar dolarlık, yani 30 milyar liralık ihracat kaybımız var.

Bu kaybı yaşar mıydık?

Libya’da karşımızda, Mısır’ın merkezinde olduğu, geniş bir diplomatik koalisyon oluştu.

Mısır ile ilişkilerimiz, bu kadar gerilimli olmasaydı, bu koalisyon yine de oluşur muydu?

Bu soruların hepsinin cevabı “hayır”.

Sayın Erdoğan’ın ergen siniri, egosantrik tavırları ile, dış politikayı, iç politikaya malzeme eden çarpık stratejisi nedeniyle, devletimizin güvenliği zayıflatıldı, milletimizin çıkarları da kollanamadı.

Sayın Erdoğan seçim kazandı, ama maalesef Türkiye kaybetti.

8 yıllık akılsızlığın ve vizyonsuzluğun ardından gelinen nokta işte budur.

Bundan iki yıl önce, İstanbul seçiminde, Sayın Erdoğan vatandaşımıza,

“Pazar günü şuna karar vereceksiniz, Sisi’ye mi oy vereceğiz, Mursi’ye mi?” diye sormuştu.

Bugün de aynı soruyu ben kendisine sormak istiyorum;

Sayın Erdoğan;

Milletimiz ilk sandıkta sana mı oy verecek, yoksa Mursi’ye mi?

Değerli milletvekilleri;

Hep anlatmaya çalıştığımız gerçek şu;

Bu iktidar, artık her adımını, sadece iktidarını korumak için atıyor.

Diplomasideki manevraları da, reform paketleri de, eylem planları da, hep aynı amaca hizmet ediyor.

Bakıyorlar ki, iktidarı korumak için bazı adımlar atmaları lazım, hemen ortaya yeni bir paket, yeni bir plan sürüyorlar.

Bunun son örneği olarak Sayın Erdoğan, geçen hafta “Ekonomide Reform Paketi’ni” açıkladı.

Beklenenin aksine, açıklama sırasında hem döviz kuru, hem de faizler arttı.

Hatırlarsınız, biz bu durumu daha önce de görmüştük…

Damat Bakan da, bakanlığı döneminde bol bol paket açıklardı.

Onun da açıkladığı her pakette, döviz kuru ve faizler artardı.

Demek ki, bu durum bir aile geleneğiymiş…

Ekonomi artık dikiş tutmuyor, Sayın Erdoğan.

Gerçeklerden uzak paketlerine, planlarına, milletimiz artık inanmıyor.

Bak şimdiden uyarıyorum;

Damadın da, hemen her ay, yeni bir paket açıklıyordu, sonunda paket oldu.

Geçmişten ders al, olanlardan feyz al.

Demokrasi olmazsa, hukuk düzgün işlemezse,

Devlette akıl, liyakat ve şeffaflık olmazsa, tüm ihaleleri yandaşların kaparsa, sen ne açıklarsan açıkla, tutmaz.

Milletinin gerçeklerini reddeden hiçbir iktidar, sandıktan çıkamaz.

Bu kadar basit.

Ama illaki “Bu kafayla gideceğim.” diyorsan,

O zaman sana, şu meşhur hikayedeki gibi, üç mektup yazıp çekmecene koymanı tavsiye ederim.

Değerli dava arkadaşlarım;

Biliyorsunuz, her hafta bu kürsüden, gıda enflasyonuna, tüketici enflasyonuna, üretici enflasyonuna dikkat çekiyoruz.

Bunlara artık bir yenisi daha eklendi;

“Eylem planı enflasyonu”.

Eylem planı yapmaktan, eylemin kendisine bir türlü fırsat bulamıyorlar.

Üstelik, aylarca üzerinde çalışıp, karşımıza çıkardıkları reform paketi de, aynı cips paketleri gibi:

Yüzde sekseni havayla dolu…

Bakın arkadaşlarımız saymışlar:

Üç aydır, bütün bakanlıkların üzerinde çalıştığı, 98 sayfalık reform kitapçığının,

50 sayfasından fazlası, başlık, içindekiler, fiyakalı resimler ve notlardan oluşuyor.

Ekonomi ile ilgili konulara ilişkin bilgiler de, zaten Yıllık Program’da ve Orta Vadeli Program’da var.

Yani Saray Danışmanları, üç ay boyunca allamışlar pullamışlar, eski programlardakileri kopyalayıp yapıştırmışlar.

Mesela, reçete diye sundukları “ürün uzayı”,

10 yıldan beri akademisyenlerin, sanayi odalarının çalıştığı bir konu.

Hatta biz, çoktan üzerinde çalışıp, projelendirdik bile.

Keşke altını dolduramayıp rezil olmak yerine, bize sorsalardı.

Bize sorsalar, kendileriyle paylaşırdık…

Dahası var…

Pakette öyle maddeler var ki, bu maddeler, sanki bizzat Sayın Erdoğan’a karşı yapılmış.

Kendisinin bunlardan haberi var mı, gerçekten şüpheliyim.

Mesela, kamuda taşıt alımı ve kiralanmasına, temsil ve ağırlamaya, harcama sınırları getirilecekmiş.

Yönetim kurullarına yapılan atamalara da sınırlama getirilecekmiş.

Yani çakarlı lüks arabalara, banka yönetimine atanan güreşçilere, üç, dört yerden maaş alan, yeğen, görümce ve bacanaklara kısıtlama geliyor.

Mesela;

“Meclisin bütçe hakkının kapsamı genişleyecek, şeffaflık ve hesap verebilirlik artacak.” diyorlar.

Çok güzel, sonuna kadar da destekliyoruz.

Ama bir şartla:

Hesap verebilirliğe, Merkez Bankası’nın buhar olan 128 milyarından başlayalım.

Var mısınız?

Daha bitmedi.

Paketi neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

Mesela Sayın Erdoğan, dünyanın en yüksek enflasyonuna sahipken, “fiyat istikrarını bir yana koyuyoruz” diyor.

Ekonomimizin en önemli problemlerinden biri, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı iken,

Ekonomi Reform Paketi’nin getirdiği çözüm, fiyat istikrar komitesi kurmak.

Sayın Erdoğan;

Siyasette alıştığın polisiye tedbirleri, ekonomiye uygulamayı artık bırak.

Bu millet, polisiye tedbirlerin işe yaramadığını, daha önce tanzim satış kuyruklarında gördü.

Bunlarla uğraşacağına, önce git;

Ekonomide verimliliği nasıl arttırırım, piyasa sistemini daha iyi nasıl çalıştırırım, iş dünyasına güven verip, ekonomideki riskleri nasıl azaltırım,

fiyat istikrarını nasıl sağlarım, bunlara kafa yor.

Değerli milletvekilleri;

Her reform paketinde olduğu gibi,

Bu pakette de “zamanın ruhu” yakalanmaya çalışılmış, ve sanayide yeşil dönüşüm gibi, bizim de çok önem verdiğimiz kavramlara yer verilmiş.

Mesela,

“Toplu taşıma filolarında ve hizmet araçlarında, elektrikli araçların kullanılması teşvik edilecektir.” deniyor.

E o zaman ben de soruyorum;

Madem yeşil dönüşüm hedefliyorsunuz; o halde neden, daha bir ay önce, elektrikli araçlardaki ÖTV’yi 3-4 kat yükselttiniz?

O halde neden, milletimizi elektrikli araç alamayacak hale getiriyorsunuz?

Mesela;

Çevreye duyarlı yatırımların finansmanı için, “yeşil tahvil” ihraç edileceğini söylüyorsunuz.

Bunu diyen Sayın Erdoğan, İran, Irak, Libya, Yemen ve Eritre ile beraber,

Paris İklim Anlaşması’nı imzalamayan altı ülkeden birinin Cumhurbaşkanı.

Şaka gibi.

Madem öyle, buradan bir kez daha Sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Paris İklim Anlaşmasını hemen yarın onayla!

Biz arkandayız.

Onayla ki, pakete yazdıklarınızın bir nebze inandırıcılığı olsun.

Bir de ayrıca;

Sayın Erdoğan konuşmasında, bu ülkeyi 20 yıla yakındır yöneten kendisi değilmiş gibi,

19 milyon ton gıdanın, israf edildiğinden dert yandı.

Biz İYİ Parti olarak, bu konuyu kurulduğumuz günden beri işleyip, israf ekonomisini azaltmak için ne yapılması gerektiğini anlatıyoruz. İsrafın en büyük nedeni; hasat kayıpları, pazara indirme kayıpları, ambalajlama ve tasnifleme kayıpları, iklimlendirme ve soğuk depolama kayıpları, lojistik kayıpları, pazar ve raf kayıplarıdır.

Biz bunu kaç zamandır söylüyoruz, ama Sayın Erdoğan daha yeni duymuş.

Diyor ki;

“Tarlada ve hallerde kalan, taze meyve ve sebzeleri, piyasaya kazandıracak, mekanizmalar geliştireceğiz.”

Bunu da, dijital tarım pazarıyla yapacaklarmış.

Sayın Erdoğan,

Bu kürsüden daha iki hafta önce, depolarda çürüyen, patates ve soğan konusunu anlattım.

Sen ise, oralı bile olmadın.

Ama, madem gıda israfı konusunda, aniden yeni bir hassasiyet geliştirdin, o zaman, işte sana fırsat…

İşe oradan başla.

Bak buradan söz veriyorum;

Eğer patates ve soğan üreticisini, bu sene mağdur etmezsen, ben de, “reform paketinin bu bölümü başarılı olmuş.” diyeceğim.

Aziz milletim, değerli milletvekilleri;

Biliyorsunuz, geçen hafta yine yollardaydık.

Şanlıurfa ve Mardin’de, vatandaşımızla buluştuk, dertlerini dinledik.

Oy istemeye değil, dert dinlemeye gidiyoruz.

Bu zor günlerde, yalnız olmadıklarını hissettirelim istiyoruz.

Milleti düşünen, milleti düze çıkarmak için çalışan birileri var, bilsinler istiyoruz.

Şanlıurfa’daki bir eczacı kardeşim diyor ki;

“Ayda bin lira elektrik parası ödüyorum.

Tek bir dolaba düştüm, küçük bir sobayla idare ediyorum.

Kendi derdime yanamıyorum bile.

140-150 lirayı bulan bebek mamasını almadan gidenleri gördükçe kahroluyorum.”

Bir başka esnaf kardeşim diyor ki;

“20 çalışandan, 10 çalışana indik.

10 kardeşim ekmeğinden oldu.

Çalışan da, eskiden 100 lira alıyorsa, şimdi 50 lira alıyor.

Ne yapalım, kapatalım mı?”

Çiftçi kardeşlerim diyor ki;

“Mazot, gübre, ilaç fiyatları aldı başını gidiyor.

Ama Urfa’dan Batman’a, başımızda öyle bir bela var ki, hepsini unutturuyor” diyor.

Nedir o bela?

Dedaş.

Yani, Urfa’da, Mardin’de herkesin DEAŞ dediği, Dicle Elektrik.

Çiftçi ekip biçmek için hevesli, hazır bekliyor.

Toprak, 1’e beş verecek kadar bereketli, hazır bekliyor.

Ama öyle bir düzen kurulmuş ki, kimsenin dermanı yok.

Çiftçimiz, astronomik elektrik faturalarından illallah ediyor.

Fatura yetmiyor, gestapo gibi dolaşan, şirket görevlilerinin yazdığı cezalar da,

çiftçimizin nefesini kesiyor.

300 bin lira, 500 bin lira, hatta 1 milyon lirayı bulan cezalar var.

Ve ilginçtir, ortada fatura da yok.

Yani sistem, hem vatandaşın sırtında yük, hem de devletten vergi aşırıyor.

Böyle insafsızlık olur mu?

Böyle kayıtsızlık olur mu?

Böyle vicdansızlık olur mu?

Utanmıyor musunuz?

Çiftçimize yaşattığınız bu zulme derhal son verin!

Urfa’da öğrencilerimiz tabletsiz.

Gençlerimiz umutsuz.

Babalar çaresiz.

Tarlalar hüzünlü, toprak mahzun.

Yağmur yerine yağan elektrik cezaları, derman bırakmamış.

Urfa sana küsmüş haberin olsun Sayın Erdoğan!

Meclis televizyonu ve TRT de,

Şanlıurfa’ya, Mardin’e küsmeye hazırsa başlıyoruz.

Her hafta olduğu gibi, bu hafta da,

Milletin Kürsüsü’nde sözü milletimize bırakıyoruz.

Bozova’dan çiftçi kardeşimiz Bayram Sarı aramızda.

Kendisi, sağır kulaklara, kapalı gönüllere inat,

Urfalı çiftçimizin dertlerini tüm Türkiye’ye anlatacak.

Buyur Bayram kardeşim, söz de kürsü de senindir."