Efsaneleri, masalları, destanları, mitolojileri, menkıbeleri, kıssaları, cinleri, perileri, hortlakları, büyüleri sihirleri ve define hikâyelerini nedense toplum olarak çok seviyoruz sevgili dostum!

Bir türlü aklın üstünlüğünü sağlayamıyoruz; büyülenmişiz ya da sihre maruz kalmışız gibi. Yedisinden yetmişine her kesimden insan, bir şekilde bunlara inanıyor. Bilmezler ki binlerce yıl önceki kahinlerin denetiminde ortaya atılan zamanın hikâyeleri bunlar...Nerede bir sihirbaz veya illüzyon var orada bitiyoruz!
Hani, bir deli kuyuya taş atmış da, herkes onu çıkarmaya çalışıyor gibi...Üstelik bunları bir hobi alanına dönüştürmüşüz. Çağdaş hobilerden haberdar olsak da, hiç ilgimizi çekmiyor doğrusu...

Doğanın her yerinde, kırda, yaylada, ovada, dağda bayırda, nerede bir ilginç kaya, kale duvarı, kilise, çeşme, eski bir ev kalıntısı ve bir efsanevi yer görsek aklımıza hep define hikâyeleri geliyor. Ana soru "burdan bir şey çıkar mı?" Bir ümit, kolları sıvayıp gizli saklı kazmaya başlıyoruz! Gün geliyor, bu işin meraklıları da birbirinden haberdar olarak sürekli hikâyeler yazıyorlar ve yeni alanlar üzerinden ortaya bir harita koyuyorlar. Üstelik haritayı elinde bulunduran da, bunu bir papazdan ya da bir Rum veya Ermeniden aldığı masalını uydurarak ikna etme çabasına giriyor...Ayrıca din adamlarını da bu işlerin içine çekiyorlar. Bu işlere meraklı din adamları da çok elbette! Tılsımlı definelerden, defineyi sahiplenmiş cinlerden kurtulma hesapları yapılıyor. Bir de kazılar sırasında bilinçaltında her zaman zehirlenme korkusu da var...Kazılar gizli saklı yapılıyor; bazen toprak altında kalıp yaralananlar ve ölenler oluyor; bazen de yer altına indikçe ve kazı süresi uzadıkça insanların ruh hali bozuluyor; açıkçası "çarpıldı" diyerek geçiştiriyorlar. Sonra sağlığına kavuşmak için doktor doktor dolaşıp şifa bulamayan ve hocalara üflenmeye ve muskaya kadar uzanan hikayeler ortaya çıkıyor! Bir de kazı ekibinin birbirinden şüpheleri zirveye çıkıyor; anlaşmazlıklar peyda oluyor; veya bir şey bulunuyorsa da paylaşmada yaşanan sıkıntılar ihbarları da beraberinde getiriyor.

İlginç olan diğer bir halk inanışı da sevgili dostum; halk arasında "davara basdı" veya "karabasan" denilen bir durum var ki, hiç sormayın! Uykudayken boğulduğunu hissedenler mi  ararsınız, çığlık atanlar mı dersiniz;  ne derseniz deyin, aslında "uyku felci" denilen bir hastalığa müptela olmuş insanların korku dolu hikayeleri de eksik olmuyor...

Velhasılı kelam sevgili dostum; bilime ve aklın üstünlüğüne inandığımız kadar,  halk efsanelerine ve şehir fısıltılarına, dedikodularına da inanıyoruz. Öyle bir inanıyoruz ki, aklımız başımızdan gidiyor ve bir de ömrümüz..! Elbette hepsinin bir psikolojik açıklaması ve tahlili var; ama anlayana...!