Doğa kendisiyle olan diyaloğumuzda sabır ve sükunet ister. Onu izlememizi ve iyi anlamamızı bekler. Çünkü içinde sakladığı sırlar insan yaşamına ilham verir ve yol göstericidir.

Günlerdir bahçemdeki çimenlerin içinde açan sarı çiçeği adım adım izliyorum. Bu yaşıma kadar böylesine bir değişime yakından tanık olmamıştım.

Çiçek önce sarı renkte papatya gibi açıyor, daha sonra beyaz pamuk yumağı haline dönüyor. Ufak bir rüzgarla da kaybolup gidiyor.

Aslında kaybolmuyor. Yeni çiçekler için kendinden vazgeçiyor. Belki de onun kendi türünü var etme şekli bu. Hayatta kalmayı renklerinden vazgeçerek, değişime razı gelerek başarıyor. Uçuşan tohumları aynı zamanda hayatın ve zamanın geçiciliğini, değişimin var oluş için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.

Wolfgang Van Goethe diyor ki, “Doğada her şey bir değişimdir; fakat bu değişimin arkasında sonsuzluk yatar.”

Kırların en büyüleyici bitkisinin, üfleyince dağılan sihirli beyaz tüycüklerden oluşan topçukların aslında sarı bir papatya olarak dünyaya gözünü açtığını çoğumuzun bilmediğine eminim.

Hemen hemen herkes hayatında bir kere de olsa, dileğinin gerçekleşmesi ümidiyle karahindiba çiçeğini üflemiştir. Üstelik onun toprağa düştüğü an yeniden çiçekleneceğini bilmeden.  

“Değişim, doğadaki işleyişin ve sürekliliğin yasasıdır.”

Karahindiba çoğu zaman daha çiçek halindeyken, çimleri bozduğu gerekçesi ile yolunuyor.

Halbuki böceklerin ve arıların en sevdiği bitkilerden olup doğadaki düzenin etkili aktörlerinden.

Kökleri ile bile doğaya hizmet ediyor. Toprağın açılıp havalanmasıyla solucanlara uygun hâle gelmesini sağlıyor.

Neredeyse dünyanın her yerinde yüzyıllardır yetişen bir tür; yenebilir ve şifalı bitkilerden oluşu ile insanlar için de hep önemli olmuştur.

Şifası ile pek çok hikayede adı geçer. Mesela Yunan mitolojisine göre büyü tanrıçası Hecate, güçlensin de Minatour ile dövüşsün diye Theseus’u bir ay boyunca karahindiba ile besler.

Çinlilerin 7. yüzyıldan beri kullandığı karahindibayı, ancak 11. yüzyılda tıp alimi İbn-i Sina sayesinde tanımışız.  Batı’ya da Türklerin göçüyle yayılmış ve 16. yüzyıldan itibaren tıpta kullanımı da yaygınlaşmış. İbn-i Sina hazırladığı “Hindiba Risalesi” adlı kitapçıkta, bitkinin yaprakları yıkanmadan ekstrelerinin kullanılması gerektiğini söylüyor.

Yine Hz. Muhammed (s.a.v) Hadis-i Şerifinde, "Karahindiba' nı sabah erken koparıp yiyin onun üstünde cennetin zerrecikleri vardır." buyuruyor.

İrlanda’da karahindiba, “kalp acısı” otu, insanın aşık olduğunda içinde uçuşan kelebekleri yatıştıran en güçlü şifa kaynağı olarak biliniyor.

Sufi öykülerinden birinde karahindibadan şöyle söz edilir;

"Nasreddin bütün bir sonbaharı bahçesini belleyip tohumlar ekerek geçirdi. İlkbahar geldiğinde tüm çiçekler açtı ama Nasreddin arada kendisinin ekmediği yabani karahindiba çiçeklerinin de olduğunu fark etti. Nasreddin çiçekleri söktü. Ama tohumları çoktan her yere yayılmıştı ve çiçek başka yerlerden de birer ikişer çıkıyordu. Sadece karahindibaları öldürecek bir zehir bulmaya çalıştı ama bu işin ustası olan adam hangi tür zehri kullanırsa kullansın işe yaramayacağını söyledi. Nasreddin çaresizlik içinde bir bahçıvandan yardım istedi. “Bu tıpkı evlilik gibi” dedi bahçıvan. “Güzel şeylerin yanında her zaman mutlaka bazı rahatsızlıklar da vardır.” “Peki ne yapmalıyım?” diye sordu Nasreddin. “Hiçbir şey” dedi bahçıvan. “Bunlar sahip olmayı istediğin çiçekler olmayabilirler ama yine de senin bahçenin birer parçası."

Karahindiba varoluşu ve yaşamı ile şifa ve ilham kaynağıdır…Doğanın onun aracılıyla verdiği mesajları anlamakta yarar var. Çünkü doğa insan yaşamının en iyi klavuzudur ve bizi asla yanıltmaz.