I. GİRİŞ

Ticari iş, adi iş ve tüketici işlemi ayrımının yapılmasındaki pratik fayda ortaya çıkacak olası bir uyuşmazlıkta hangi mevzuat hükmünün uygulanacağı konusunda kendisini gösterecektir. Nitekim adi işlere genel itibariyle Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hükümleri; ticari işlere Türk Ticaret Kanunu hükümleri ve tüketici işlemlerine de Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uygulanacağı göz önünde bulundurulursa bu ayrımın önemi daha iyi kavranacaktır. Bunun yanında her ne kadar adi veya ticari bir iş söz konusu olsa da bu ilişkinin bir tarafının tüketici olması durumunda özel hükmün genel hükmü bertaraf etmesi ilkesi gereğince 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanundaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla yürürlüğe girmiş olan ve özel norm niteliğine haiz olan 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri kendisine uygulama alanı bulacaktır.  Buna göre, ortaya çıkacak uyuşmazlıklarda hangi kanun hükmünün uygulanacağını tespit edebilmek için adi iş, ticari iş ve tüketici işleminin tek tek incelenmesi suretiyle bir ayrım yapılması gerekecektir.

II. TÜKETİCİ İŞLEMİ-TİCARİ İŞ-ADİ İŞ

A.  TÜKETİCİ İŞLEMİ

Tüketici işleminin tanımı 6502 Sayılı TKHK’un tanımlar başlıklı 3 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının l bendinde yer almaktadır. Buna göre tüketici işlemi, mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade etmektedir. Yapılan bu tanımdan da anlaşılacağı üzere yapılan bir işlemin tüketici işlemi olarak kabul görmesi ve ortaya çıkacak uyuşmazlığın bu bağlamda çözüme kavuşturulabilmesi için çeşitli unsurların bulunması gerekmektedir. Buna göre, bir işlemin tüketici işlemi olabilmesi için:

1. Karşılığı mal veya hizmet edinme, kullanma veya yararlanma olan bir sözleşmenin varlığı gerekmektedir.

Yapılan tanımdan da anlaşılacağı üzere, mevcut sözleşmenin türü bakımından herhangi bir koşul bulunmamakta, aksine 6502 Sayılı Yeni TKHK’da bu kapsam oldukça genişletilmiş ve Eski TKHK’a kıyasla Yargıtay’ın da TKHK kapsamı dahilinde kabul etmediği sigorta sözleşmesi, taşıma sözleşmesi ve hayat sigortası sözleşmesini de kapsamı içine almıştır.

2.Sözleşmeyi oluşturan taraflardan birinin tüketici olması gerekmektedir.

Tüketici kavramı da yine tüketici işleminin düzenlendiği hükmün k bendinde tanımlanmıştır. Buna göre tüketici, ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi ifade etmektedir. Ancak doktrinde tüketici kavramının kapsamı dahiline kimlerin girdiği hususunda çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. Tüketici sıfatının ortaya çıkacak uyuşmazlıkta hangi mevzuat hükümlerinin uygulanacağı konusundaki son derece önemli rolü de göz önünde bulundurulursa bu tartışmalardan bahsetmek kaçınılmaz olacaktır. Türk Ticaret Kanunu’nda yapılan tüketici tanımı da dikkate alınırsa, kişinin tüketici sıfatına haiz olabilmesi için kanunun yeterince açık bir şekilde yol göstermediği güçsüz konumda yer alan kişiye göre hareket edilmesindense, o kişinin sözleşme yaparken hangi amaçlarla hareket ettiğinin tespit edilmesi daha yararlı olacaktır. Ancak Türk Ticaret Kanunu’nda tacir bakımından yer alan çeşitli ilkeler sebebiyle özellikle de tacirin ticari işlerinde basiretli davranması gerekliliği tüketicilere sağlanan korumadan yararlanmasına bir engel teşkil etmektedir.  Doktrinde bir görüşe göre, satıcı ve sağlayıcı olmayan herkesin tüketici olduğu kabul edilmemeli, aksine tüketici olduğunu iddia eden kişinin bu iddiasını ispatlaması gerekmektedir. Diğer bir görüşe göre ise, söz konusu hukuki işleme konu olacak olan mal veya hizmet, tüketici sıfatına haiz olan alıcının elinde bulunmalı, tekrardan ticari amaçla başka birine verilmemeli ve ödenen ücret tekrar elde edilmemelidir. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un hükümleri detaylıca incelendiğinde bu kanunla asıl korunması amaçlananın gerçek kişiler olduğu görülebilecektir. Ancak bu kişinin tüketici sıfatına haiz olabilmesi için ticari ve mesleki amaçlarla hareket etmemesi gerekmektedir. Ancak kişinin amacı tespit edilirken ekonomik durumu dikkate alınmaması kanunun amacı olan ve sözleşmenin güçlü tarafına karşı güçsüz tarafın korunması gayesine ters düşmektedir. Bunun yanı sıra kişinin tacir sıfatına haiz olması da tüketici olarak nitelendirilmesine engel olmamaktadır. Nitekim tacir olan bir kişinin de ticari ve mesleki faaliyetlerinden bağımsız olarak bir tüketici işlemi içerisinde yer alabilmesi mümkün olacaktır. Bir görüşe göre, aynı zamanda içine girilen tüketim ilişkisinde ticari işletmesi ile ilgili olarak ancak iktisadi faaliyeti ile bir bağlantısı bulunmayan işlemlerde de kişinin TKHK’ndan yararlanması gerekmektedir. TKHK’un 1 inci maddesinde düzenlenen tüketici kavramının tüzel kişileri de içinde barındırması doktrinde bu konu hakkında da çeşitli görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Doktrindeki bir görüş, adı geçen tüzel kişilerin kapsamına yalnızca ticari bir amaçla hareket etmeyen dernek ve vakıfların girebileceğini, ticaret şirketlerince yerine getirilen faaliyetler bakımından bunların tüketici işlemi olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmektedir. Diğer bir görüş ise, bu şirketlerin iktisadi faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla değil de, bu faaliyet konuları haricinde yapmış oldukları daha özel nitelikte işler bakımından tüketici olarak kabul edilebileceğini savunmaktadır.

3. Tüketicinin ticari ve mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi gerekmektedir.

Tüketicinin ticari ve mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi içinde bulunduğu tüketim ilişkisine sebebiyet veren malı veya hizmeti kendi özel kullanımı için alması ve kullanması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla tüketicilere sağlanan korumadan yararlanacak olan ve ticari ve mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi gereken kişi mal veya hizmetin alıcısı olan taraf olacaktır. Doktrindeki baskın görüş Aslan’ın ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, bir kişinin sahip olduğu ticari işletmesi ile ilgili olan tüm işlemlerin ticari ve mesleki amaçla yapıldığı ve dolayısıyla tüketicilere sağlanan korumadan yararlanamayacakları yönündedir.

B.  TİCARİ İŞ

Ticari iş 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Ticari işler başlıklı 3 üncü maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre, Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen hususlar ile bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiillerin ticari iş olduğu ifade edilmektedir. Bu hüküm ile aslında Türk Borçlar Kanunu ile Türk Ticaret Kanunu’nun uygulanacağı işler arasındaki sınır çizilmektedir. Nitekim yukarıda da belirtildiği üzere, ticari işler hakkında daha özel nitelikte olan Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin uygulanması yerinde olacaktır. Bunun yanı sıra yine aynı Kanun’un ticari iş karinesi başlıklı ve sübjektif sistemin benimsenmesiyle kaleme alınan 19 uncu maddesine göre, gerçek kişi olan bir tacirin yapmış olduğu işlemin ticari işletmesiyle ilgili olmadığını ilişkinin diğer tarafına açıkça bildirdiği veya durumun yapılan işin ticari sayılmasına elverişli olmadığı haller dışında tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Yine aynı maddenin ikinci fıkrasına göre, taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğine haiz olan sözleşmeler, aksine bir hüküm olmadığı takdirde diğer taraf için de ticari iş niteliğinde sayılacaktır. 

C. ADİ İŞ

TTK kapsamında ticari iş ve gerek TTK gerekse TKHK gereğince tüketici işlemi olarak kabul edilemeyen işler adi iş olarak nitelendirilmektedir. Adi işler TBK kapsamında değerlendirilmektedir.

III. TKHK, TTK VE TBK HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI

A. GENEL OLARAK

Yukarıda da bahsedildiği üzere Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, yegane amacı tüketici sıfatına haiz olan kişilerin, karşılarında daha güçlü bir taraf olarak yer alan satıcı ve sağlayıcıya karşı korunmasını sağlamak olan ve dolayısıyla da TBK ve TTK’ya göre daha özel nitelikli hükümler içeren bir kanundur. TKHK’nun bu özel niteliğinden, bir konunun hem TKHK hem TBK hem de TTK’da düzenlenmesi halinde özel kanunun genel kanunu bertaraf etmesi ilkesi gereğince TKHK’nun uygulanacağı anlaşılmalıdır. Ancak TTK gibi sistematik ve içerisinde çeşitli sözleşme tiplerini TKHK’na kıyasla çok daha detaylı bir şekilde düzenleyen bir kanunun hükümleri de konunun sırf TKHK’nda düzenlenmesi sebebiyle bertaraf edilmemeli, bu konularda kanun bazında değil; hüküm bazında bir değerlendirme yapılmalıdır. Örneğin taşıma sözleşmesinden kaynaklı bir uyuşmazlık hakkında, detaylıca düzenlenmiş olduğu TTK hükümlerini uygulamak yerine TKHK hükümlerini uygulamak yerinde bir davranış olmayacaktır.

Uygulanacak faiz oranları bakımından bir değerlendirme yapılacak olursa, TBK madde 88 ve 120 ile adi işlere uygulanacak olan anapara ve temerrüt faizi oranının sınırlandırıldığını ancak bu hükümlerin ticari işler ve tüketici sözleşmeleri bakımından da uygulanıp uygulanmayacağı Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlardan da anlaşılacağı üzere tartışmalı olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yargıtay vermiş olduğu bir kararında faize getirilen bu sınırların ticari işler bakımından da uygulanabileceğini ifade etmişken bir kararında da aksi yönde bir değerlendirme yapmıştır. Tüketici sözleşmeleri bakımından ise doktrindeki baskın görüş, bu sözleşmelere Türk Borçlar Kanunu madde 88 ve 120’deki faiz sınırlarının uygulanacağı yönündedir.

Yapılan işin niteliğinin tespit edilmesi ile aslında ortaya çıkan uyuşmazlığa hangi hükmün uygulanacağı ve dolayısıyla söz konusu uyuşmazlık bakımından hangi mahkemenin görevli olacağının da belirlenmesi gerekmektedir. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un tüketici mahkemeleri başlıklı 73’üncü maddesinin birinci fıkrası, tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek olan uyuşmazlıklarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğunu ifade etmektedir. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere bir konu TKHK’da düzenlenmekle birlikte diğer kanunlarda da yer alıyor olabilir. Bu durumda örneğin taşıma sözleşmesinin TTK’da daha kapsamlı bir şekilde düzenlendiği göz önünde bulundurulursa, bu konuda ihtisaslaşan bir mahkeme yerine her konuya hakim olması mümkün olmayan tüketici mahkemelerinin sadece kanunda düzenlenmiş bir konu olması sebebiyle söz konusu davaya bakması kanunun yapılış amacıyla paralellik göstermeyecektir. Bunun yanında niteliği tespit edilen ve tüketici işlemi olarak nitelendirilemeyecek bir işlem eğer ticari dava niteliğine haizse bu dava ticaret mahkemelerinde, ticari dava niteliğinde de değilse Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmelidir.

Uygulanacak kanun hükmünün tespitinde ayıplı mallar bakımından da bir değerlendirme yapılması gerekecektir. 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’dan farklı olarak, 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da ayıplı bir mal ile karşı karşıya kalınması halinde tüketicinin seçimlik haklardan yararlanabilmesi için belirli süreler içerisinde ihbarda bulunması yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak TTK’nun ticari satış ve mal değişimi başlıklı 23 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının c bendi gereğince ayıp, açık ayıp olması halinde iki gün, açık olmayan ayıp olması halinde ise sekiz gün içerisinde satıcıya bildirilecektir. TBK’da ise hayatın olağan akışına göre, yapılan inceleme sonucunda ortaya çıkacak olan ayıbın bildirilmesi gerektiği düzenlenmektedir.

IV.SONUÇ

Türk Ticaret Kanunu’nun Ticari hükümler başlıklı 1 inci maddesinden de anlaşılacağı üzere, bir ticari işletmeyi ilgilendiren işlem ve fiillere ilişkin olan konular bakımından TTK uygulama alanı bulmaktadır. Temel amaç ticari hayatın sorunsuz bir şekilde işlemesi olduğundan bunu sağlamak adına yoğun bir koruma mekanizması oluşturulmuştur. Ancak bu yoğun koruma bazı kesimler için beklenen faydayı sağlayamamakta aksine mağdur edilmelerine sebep olmaktadır. İşte sözü edilen bu kesim tüketiciler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ticari hayatın genişlemesiyle birlikte içine girilen ticari ilişkilerin bir tarafının tüketici olması halinde TTK hükümlerinin uygulanması tüketiciler bakımından çok da adaletli sonuçlar doğurmamaktadır. Tam da bu sebeple ticari iş ile tüketici işlemi arasındaki sınır belirlenmeli ve tüketicinin korunması sağlanmalıdır. Yukarıda yapılan tüketici işlemi ve tüketici kavramlarının tanımları da göz önünde bulundurulursa, içerisine girilen ilişkinin türünün belirlenmesi ve ortaya çıkan uyuşmazlığın söz gelimi ticari işten kaynaklanması halinde TTK hükümlerinin, tüketici işleminden kaynaklanması halinde ise TKHK hükümlerinin uygulanması yerinde olacaktır. Ancak elbette ki sadece taraflardan birinin tüketici olması ve TKHK’nun daha özel nitelikte bir kanun olması sebebiyle bu hükümler uygulanmamalı, TKHK’nun yapılış amacı da göz önüne alınarak TTK’da ayrıca ve detaylıca düzenlenen konularda TTK hükümleri uygulanmalıdır. Örneğin taşımacılık ve sigorta sözleşmesinden kaynaklı uyuşmazlıklarda taraflardan birinin tüketici sıfatına haiz olması sebebiyle yeterli korumayı sağlayamayacak olan TKHK hükümleri yerine daha detaylı ve uluslararası standartlara uygun bir şekilde kaleme alınmış olan TTK hükümlerini uygulamak yerinde olacaktır. Bunun yanında yine tüketici işlemlerinden kaynaklı davaların sadece Tüketici Mahkemelerinde görüleceği düşüncesi de bu mahkemelerin gereksiz iş yükü altında kalmasına sebep olacaktır. Takdir edilmeli ki, bir ihtisas mahkemesi olan tüketici mahkemesi hakimlerinin taraflarından birinin tüketici olduğu tüm sözleşme tiplerinde uzman olabileceği düşüncesi ancak bir yanılgıdan ibaret olabilecektir. Dolayısıyla TKHK’nun özellikle düzenlediği konular haricinde TTK’da ya da başkaca kanunlarda düzenlenen ancak taraflardan birinin tüketici olması sebebiyle tüketici işlemi olarak kabul edilen hukuki işlemlerden kaynaklanan davaların Ticaret Mahkemesi’nde veyahut Asliye Hukuk Mahkemesinde karara bağlanması daha doğru olacaktır. Ancak TKHK’un koruma mekanizması dikkate alınırsa, bu konularda TKHK’da tüketicilerin daha lehine hükümler bulunması halinde bu hükümlerin uygulanması gerekecektir.

Av.Begüm Gürel & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Dilan Kaya