Her nedense, son yıllarda öyle şımarık, öyle yüksek beklenti ve hayallere dalıyoruz ki, sadelikten yana her ne varsa unutup gidiyoruz sevgili dostum!

Çoğu kez kim olduğumuzu ve nerden geldiğimizi unutmakla kalmıyor; geçmişimizi de adeta silmekle ve umursamamakla meşgulüz...Başkalarının yaşamlarına özenerek, kolay yoldan isteklerimize ulaşmanın her türlü manevrasını yapıyoruz. İyi yaşamanın ne demek olduğunu dahi bilmiyoruz. Halk deyimiyle, "desinlerin" peşinde, ahmakça koşturuyoruz. Aslında fakiriz ama zengin gibi yaşamak istiyoruz! Bilmezler ki, ahmak bir kadın veya erkek, insanın bu dünyasını da, öteki dünyasını da mahvediyor. Hayata bir anlam katamadan hırslarımızın peşinde sürüklenip ölüp gidiyoruz; toprağa bir azot gübresi olarak karışıyoruz... Gösteriş budalalığı alıp başını giderken, ister istemez akla, "konfor, ruhun bataklığıdır" diyen bilge geliyor. Aslında konfor dediğimiz zaman, günlük yaşantımızı rahatlatan maddi rahatlık, lüks yaşam aklımıza geliyor. Gelişen teknolojik imkânlar, her geçen gün farkında olsak da, olmasak da hayatımızı biraz daha lüks ve konfora çeviriyor.

Daha düne kadar sobalı, isli, paslı evlerde oturan bir milletken, şimdi akıllı sistemlerle donatılmış evlerde ikamet etmeye başlasak da, bunu yeterli görmüyoruz. Sükretmenin erdemini de unutuyoruz... Hep daha fazlasını istiyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi zamanı harcayıp hayatımızı heba ediyoruz. İnsanın ruhuna iyi gelen şeyleri erteledikçe erteliyoruz. Para, mal ve mülkü ahmakça, bir zenginlikten sayıyoruz ve bunlarla çok akıllı ve başarılı olduğumuzu düşünüyoruz. Oysa ki, kendi cehennemimize bizzat kendimiz odun  atıyoruz. Mütevaziliği, sevgiyi, vefayı, paylaşmayı, dostluğu, hürmeti ve saygıyı aptalca bir yaşam felsefesi gibi görüyoruz. Varsa yoksa hırslarımıza mahkûm olup, "dünya menfaat dünyasıdır" deyip her şeyi yıkıp geçip ömrümüzü yiyoruz. En değerli hazinemiz olan zamanı ezip geçiyoruz. Sonra sağlığımızı kaybettikçe ahlanıp vahlanıyoruz... Düne kadar insanlar, köylerde yaşar ata, eşeğe, at arabası ve faytona binerdi. Bu da herkes için mümkün değildi.  Şimdilerde ise otomobillere, hem de, daha da gelişen konforun dibi olan arabalara merak salıyoruz. Konfor öyle bir şey ki, misafir olarak gelir; gitmemek için elini ardına koymaz; sonunda da evin baş köşesine bağdaş kurup öylece oturup kalır. Yani, kapıdan girdi mi, bacadan, pencereden çıkıp gitmez; bir daha bizi terketmez. Doğrusu biz onu kovamayız. Bizi kendine sımsıkı bağlar.

Konfor iyi gibidir, hoş gözükür. Gelin görün ki, insan ruhunu zayıflatır, gevşetir ve tembelleştirir. Bir gün uyandığında, yapmak isteyip de, yapamadığı şeyler için zamanın çok geç olduğunu anlayacak insan... Konfor alanının tuzağına aman dikkat sevgili dostum! Elbette geçmişin yokluğundaki ve fakirliğindeki kara düzen yaşamları istemiyoruz ve özlemiyoruz. Ya da sığır gibi yaşamaktan bahsetmiyoruz.  İnsan konfora alışınca üzerine bir rehavet çöker, uyuşur. Örneğin, sabahleyin erken kalkıp spor yapmak insana zor gelebilir. Halbuki bunu denemelidir. İlk etapta bu insana ağır gelse de, spor yaptıktan sonra kendini mutlu hissettiğini anlayacaktır. Veya gülümseyerek güne başlayabilir. Pozitif ve mutlu insan, beklentileri zirvede olan hırslı insan değildir. 

Başarıya aç insanlar, asla konfor alanı tuzağına düşmez. Kapasitesinin ne olduğunu sürekli kendini güncelleyerek bilir ve kendini geliştirir. Yenilikler, buluşlar, icatlar böyle gelmiştir. İnsanoğlunun hayal gücü, ihtiyaçların baskılaması sonucu gelişmiştir... Hayatlarından keşkeleri çıkarıp atmışlardır. Başarı da zaten genellikle hayatlarında çok meşgul olup, konforu yaşam biçimi olmaktan çıkaranlara gelir.

Velhasılı kelam; acılar diyorum sevgili dostum acılar! Bazı insanları yıkar geçer; bazılarını ise dinçleştirir ve hayat verir...