“En çok sevdiğimiz ve kıymet verdiğimiz insanlara karşı dürüst oluruz!” diye düşünürsünüz değil mi? Ama insanlar, en yakın arkadaşlarına, ona inananlara, ailesine ve etkilemeye çalıştığı topluma yalan söyleme eğilimindedir.
Çünkü yakın ilişki içindeki insanların birbirinden beklentileri daha fazla olduğundan, bu ilişkilerde beklentilerin sarsılması ve yalan söylenmesi ihtimali sıradan ilişkilere göre daha fazladır.
Dolayısıyla vaatlerin en fazla olduğu siyaset, en fazla yalan söylenen ortam oluyor.
Hannah Arendt de böyle düşünüyor olsa gerek ki "Siyasette Yalan" isimli kitabında;
“Siyasi emellere ulaşmak için meşru araçlar olarak kullanılan gizlilik ve kandırma, yani kasıtlı sahtekârlık ve açık yalan, yazılı tarihin en başından itibaren yaşamımızda olmuştur. Doğruculuk hiçbir zaman siyasi erdemler arasında sayılmamış, yalanlarsa her zaman siyasi meselelerde kullanımı savunulabilir araçlar olarak görülmüştür.” diyor.
Yalan Siyaset seçmenini etkilemek için mütemadiyen yeni senaryolar hazırlar.
İnsanları yalanlarla yanlış yönlendirmeye, aldatmaya ve manipüle etmeye çalışır.
Çoğu zaman uygulanması mümkün olmayan kararlar ortaya getirir.
Hedef kitlelerini genişletmek adına ilkelerinden vazgeçmiş gibi davranarak, yalan söylemeye devam eder… Böylelikle toplumun her kesimini kendine yakınlaştırmaya çalışır.
Yalan siyaset gerçeklerle insanlar arasında kalın bir duvar örer.
Çok daha vahim olan, kalın duvarlar arkasındaki siyasetçinin de, kendi yalanına inanması ve kendini kandırmasıdır. Bu da onu, gerçek sorunlardan ve sorunları çözme eyleminden uzaklaştırır.
Yalan siyaset gerçekleri çarpıtmaktan sakınmaz.
Arendt’in işaret ettiği gibi, "İzleyenin ne duymak istediğini ya da nasıl bir beklenti içinde olduğunu önceden bilmenin sağladığı büyük avantaja sahip" olan yalancı, toplumun tüketimine sunacağı "hikâyesini" kurgularken, "hikâyesinin inandırıcı olmasına özellikle dikkat eder."
Derken gün gelir yalanlarınız sizi yutar… “Hangi hakikat gizlenmek istendikçe daha çok aşikar olmadı ki?”
Sonuç olarak;
Hiçbir vicdan yalanın bahanelerine kanmaz.
Kendi olmak yerine mevcut duruma, başkalarının beklentilerine ve direktiflerine göre davranışlarının ve nihayetinde düşüncelerinin şekillenmesine izin veren, kendinin dahi inanmadıklarını etrafına inandırmaya çalışan yalancı her zaman suçluluk duyacaktır.
Hatalarını ve kötü kararlarını itiraf edip kabul ettirse de, utancı yaşamı boyunca sürecektir.
Siyasetçi biraz duyarlı ve gerçekte hissedebilirse utanç ve suçluluk duygusu onun için bir uyarıcıdır.
Bu utanç ve suçluluk duygusu ona, bir şeyler söyler…
“Kendi inançlarını çiğnedin, birilerini kandırdın, duyguları incittin, ideal benliğine uyumsuz davrandın…
Yalanlarınla doğruluğunu, onurunu, erdemini ve güvenirliğini yitirdin. Bu da arkadaşlarına, anlamlı yaşanmışlıklarına, birikimine ve özgürlüğüne mal olacak. Siyasetine uymuyor diye hakikatleri yok sayman hakikate zarar vermez ama sana çok zarar verecektir.” gibi.
“Politika gerçekleri gizleyip yalan söylemek değil, gerçeklerin istediğiniz yanını göstermektir.” demiş Winston Churchill.
Bedeli ne olursa olsun, hakikatin eğilip bükülmesine karşı çıkmak gerekir. Günümüzde yalan ve siyaset bu kadar iç içe geçmişken, siyaseti yalandan kurtaracak olan tek şey, hakikati yaşam biçimi haline getirmiş dürüst ve idealist insanlardır.