Yaşanılan sorunlara sırtımızı dönüp gitmekte, sorunlarla mücadele etmekte bizim elimizdedir. Bunun için bir makama ya da maddi bir üstünlüğe ihtiyaç yoktur. Herkes için sevgi, bilinç, gayret ve özveri yeterlidir. 

  

Sorunlar karşısında bize “gitme, mücadele et” dedirten bir şeyler mutlaka vardır. Kimi zaman değerlerimiz, kimi zaman ahlak anlayışımız, kimi zaman İDEALLERİMİZ, kimi zaman da yol arkadaşlarımız ve duygudaşlarımız.  

  

Sorumluluk duygumuz, beklentilerimiz ve bizden beklenenler; mücadele ruhumuzun ve yolumuzun gücü olmaktadır. 

İdealistler, yaşamı kendi gözleriyle gören ve hissedenler, insan olmanın onurunu gözetenler; ortaya koydukları mücadele şekilleri ve o yola neler kattıklarıyla değerlenirler. İtibarlarını da bu değerler üzerinden kazanırlar.    

  

Bu değer ve farkındalığa sahip özgün insanlar; maddiyatla motive olmaz, başkalarının belirlediği rolü üslenmezler. Sesleri yüksek çıkmasa da genelde, izleri derin ve güvenilirdir.   

  

Şimdi başka bir insan modeline bakalım; tüm yaşamını fırsatlar üzerine şekillendiren maddeci, insani değerleri ve çevresini tükete tükete yol alanlara…  

  

Bu insanların dostluk ve sevgi duyguları menfaatlerine göre şekil aldığı için ağızlarından bal akar.   

Sürekli yüksek tonda konuşurlar. 

Bütün sorunlara reçeteleri aynıdır.   

Söylemleri akılda kalıcı ve gündem yaratıcıdır lakin yüreklerde çabuk tükenen cinstendir.   

Bir olay karşısında aldıkları tavır her zaman teklik içerir.  

Doğruluk teminatı, birkaç makam hikâyesinden ve hayat tecrübesinden ibarettir.   

Olduğundan farklı görünme kompleksleri vardır. 

Nasıl olmalarından çok nasıl görünmeleri konusuna kafa yorarlar.  

Renkleri yoktur. Sağa, sola ve her ortama çabuk uyarlar…  

Kazanmak için atacakları her adımı, toplumun hayrına ve kurtarıcı bir eylem olarak pazarlarlar.  

Sorumluluklarını değil, rollerini ve menfaatlerini dert edinirler.  

En tehlikeli yanları, geleceklerini inşa ederken, ayaklarına dolanan her şeyi tekmelemekten  hiç sakınmamaları, gerekirse de, geçmişlerini yok saymalarıdır. 

KENDİSİ KİRAZDIR AMA FASULYE OLDUĞUNA İNANDIRILMIŞ BİR KERE!..    

Bu insanların kimlikleri ve kişilikleri kırıldığı için bir şey yapmayı ya da yapmamayı isteyecek kadar bile kendi olamazlar. Bulunduğu yapı ve kurum onu nereye taşırsa ancak o kadar özgürdürler…

İradelerini kullanamadıkları için de gün gelir, kılavuz olarak seçtiklerine teslim olurlar. 

Siyasette korkmamız ve sorgulamamız gereken insan modeli işte budur; emeği ile tükene tükene değil, çevresini tükete tükete parlayan! 

Sonuç;  

Yolunuz, niyetinize göre şekilleniyor.  

İyi insan olunmadan iyi siyasetçi olunmuyor. Siyasi kimliğiniz; özgür iradenizin, değerlerinizin ve mücadele şeklinizin toplamı oluyor.  Ve tarih, teslim olmayanlar tarafından yazılıyor.

Kıymetli okurlarım bugün, siyaset yazmamaya karar vermiştim ama yine uzak kalamadım.  

Size siyasette ki, kimliksiz insanlar konusunda bir pencere açtım…

Yorum sizin. Tercih sizin.

Esen kalın