Liman tarafından gelen deniz kuşlarının sesi eşliğinde Trabzon’un Ayafilibo Mahallesi’nin daracık sokaklarında yeni bir gün başlamaktadır. Tablacı Setiridis, her zaman olduğu gibi yine erken kalkmış, sabahın sessizliğini dinlerken evinin avlusunda günlük satış için tablasını hazırlamaktadır. Renkli krepon kâğıtları, çeşitli yüzükler, kolyeler, parıltılı şişe kapakları vs. Karısı Nora, henüz yataktan kalkmamıştır ama Setiridis’e kahvaltısını hazırlamak için kalkmak üzeredir. Setiridis tablasını özenle hazırladıktan sonra içeri girmek için kapıya yönelmişken komşudan gelen koşuşturmalı ayak sesleri ile dikkatini o yöne çevirdi. Ne oluyor diye koşup duvarın üzerinden baktı, komşusu Natalie’nin anası yaşlı kadın Lida ile göz göze gelir: “kızım doğuruyor, papazı almaya gidiyorum!”

1885 yılının bir sonbahar günü Natalie nur topu gibi bir erkek bebek doğurur. Sessizliğin en iyi temsilcisi olacak olan Awedis Mogasyan doğmuştur! Aile özenle dini töreni yapar. Dini törene Ayafilibo mahallesindeki bütün komşular çağırılır. Değirmendere’nin denize döküldüğü alana ve gerisindeki Gamboz çayırına bakan kayanın üzerindeki eski kilise dini anlamda özel günlerinden birini yaşar. Aileye üç kuşaktan sonra bir erkek evlât gelmiştir. Natalie bunun için çok gururludur. Onu en iyi şekilde yetiştirecek, eğitimini sağlayacak, Ermeni cemaatine yararlı bir fert yapacaktır. Ünlü terzi Madame Hegler’e oğlu için güzel giysiler diktirecek, onu Levanten bir genç olarak yetiştirecektir.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz. Awedis sessiz sakin bir çocuk olarak ortaya çıkmıştır. Zağnos’taki Ermeni sıbyan (şimdilerde Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü Binası) mektebine giderken, dersleri ile ilgilenmez ve bu konuda öğretmenlerin şikâyetçi olmasına neden oldu. O sürekli bir takım seslerin peşinden koşmaktaydı ve müzik öğretmeni Ohannes Stipyan’ın trompeti ile ilgilenmekteydi. Öğretmeni trompet çalarken onu gözlerini açarak dinler ve öğretmeninin parmakları ile yaptığı piston hareketlerini belleğine yazar. Bu ilgisini gören öğretmeni Ohannes, kullanmadığı eski trompetini Awedis’e verdi.

Bir akşam Ayafilibo’daki evlerinde akşam yemeği saatinde kapılarına iki karanlık suratlı adam geldi. Awedis’in babasıyla kapıdan bir şeyler konuşurlar. Sonra adamlar gider. Awedis’in babası Orik suratından düşen bir parça bir vaziyette içeri girer. Karısı Natalie’ye dönerek: “artık buralarda duramayız” der ve ekler, “yarından tezi yok terk edeceğiz Trabzon’u!”

Awedis 8 yaşında bir çocuktur bu olay vuku bulduğunda, meraklı gözlerle babasına bakar. Baba Orik Awedis’e bakamaz ve odaya kapanır, içeride annesi Natalie ile bir şeyler konuşur. Konuşmaları bittiğinde Natalie adadan çıkar, gözyaşlarını saklayarak ağlamaktadır. Awedis’i daha çok merak sardı. Neler oluyor diye düşünecek ama o çocuk aklı, kafası bu sorgulamayı yapacak olgunlukta değildir henüz.

Ancak meseleyi yıllar yıllar sonra anlayacaktır. Babası Orik İskeledeki bir Rum tefeci bankerden borç para almıştır. Borcu ödeyememiş ve iki kere verilen fazladan süre de dolmuştur. Ya parayı ödeyecek ya da karısı Natalie, Madame Olri’inin iskelede mavnacılara tayfalara kapısını açan evinde bu borç karşılığında sermaye olacaktır.

Sabaha karşı yola çıkmak için acilen toparlanırlar, Yola çıkarken çok gerekli olan eşyalarını ve son paralarını yanlarına alırlar. Awedis sadece öğretmeninin ona hediye ettiği trompeti yanına alır.

Ayafilibo’nun karanlık sokaklarını aşarak limana inerler. Yolcu gemisi açıkta beklemektedir. Sabah gün doğumu ile birlikte Giresun’a hareket edecektir. Yolcuları gemiye taşıyan mavnaya binerler. Awedis trompetini bir elinde sıkı sıkı tutarken, öbür eliyle annesi Natalie’nin elini sıkı sıkı tutmaktadır. Üç gün süren yorucu ve çalkantılı bir yolculuktan sonra Samsun’a gelmişlerdir. Buradan İzmir’e gideceklerdir. Ama nasıl? Hangi parayla?

1893 yılı Mogasyan ailesi için zor bir olmuştur. Trabzon’dan apar topar ayrılışlarından sonra Samsun, Kastamonu, İzmir üçgeninde devam eden süreçte çok sıkıntılar çekilmiş, ülkenin içinde bulunduğu çalkantılı sosyal ortamında bir Ermeni ailesi olarak olumsuz yönde yeterinden fazla etkilenmişlerdi. Natalie’nin güzel ve çekici bir kadın olması, ailenin bu zayıf durumundan yararlanmayı düşünen fırsatçı kadın düşkünü güç sahiplerinin iştahını kabartmış, bu nedenle karısını korumak isteyen Orik, bu karanlık adamların saldırısına uğramıştı. Awedis tüm bu olumsuz şartlardan çocuk yaşında kendini trompetine sarılarak korumaya çalışmıştı. Ondan çıkardığı sesler onun huzur ve kurtuluş bahçesi olmuştu. Ama ailenin yaşadığı olumsuz koşullar haliyle onu da etkilemiş ve bir gün babasına “biz ne zaman rahat edeceğiz?” diye bir soru sormuştu.

Orik, İzmir’de Ermeni cemaatinin de yardımıyla İzmir Marsilya arasında çalışan bir Fransız yolcu gemisinde tayfa olarak iş bulmuştu. İşi nedeniyle uzun süre ailesinden ayrı kalacaktı. Natalie buna çok üzüldü. Bu karışık korunmasız ortamda Orik olmaz ise onu kim koruyacaktı? Awedis gittiği kilise okulunda rahattı ama ailesini düşünmeden de edemiyordu. Natalie, Alsancak’taki Ermeni kilisesinin yetim okulunda temizlikçi olarak iş buldu. Mecburdu çalışmaya. Orik gemiyle aylarca seferde kalıyor, Awedis ise bu duruma pek katlanamıyordu.

Günün birinde kilisenin yetim okulunda büyük bir yangın çıktı. Yangında 20 kadar yetim çocuk ve Natalie hayatını kaybetti. Awedis, 9 yaşında annesiz kalmıştı. Artık hayatında babası Orik ve trompeti vardı. Okuldan ayrılıp babasının yanına gemiye yerleşti. Makine dairesinde babasıyla birlikte kalıyor, çoğu zaman da makine dairesinin penceresinden uçsuz bucaksız denizi ve dalgaları seyredip kendi müziği üzerine düş kuruyordu. O artık bir deniz çocuğuydu. Trabzon ve çocukluğunu geçirdiği Ayafilibo Mahallesi çok ama çok gerilerde kalmış; İzmir ile Marsilya limanları arasında geçen başka bir sürecin içinde, asla karaya çıkmadan buhar makinelerinin çalıştığı bir ortamda, geminin ateşçisini uzaktan seyrederek geçirdiği günler başlamıştı.

1910 yılında Awedis 25 yaşında bir delikanlı idi. Trompeti ile caz yapan arada bir romantik müzik de yapan bir sanatçıydı o. Yaşamı gemide geçiyor bütün zamanını trompeti ile müziğine ayırıyordu. Babası makine dairesinde geçirdiği bir kaza sonucu kısmen sakat kalmış ağır işte çalışamaz hale gelmişti. O nedenle ufak işlere bakıyor yaşamını o şekilde sürdürüyordu. Awedis, geminin balosalonunda  sahnedeki orkestrayla trompeti ile caz çalıyor yolcuları eğlendiriyordu.

Aklında bir melodi vardı. “Sessizliğin Melodisi” diyordu aklındaki bu melodiye ama nasıl kurgulayacağına bir türlü karar veremiyordu. Onun içinde sürekli erteliyordu yapması gerekeni. Ama yapacaktı bir gün, o melodiyi besteleyip sessizliğe armağan edecekti. Bir Marsiyla - İskendereyi seferi sırasında gemi Palermo limanında demirli iken, gemideki tayfalardan birisi Awedis’e, “kaptan seni çağırıyor” dedi. Awedis meraklandı. Öyle ya, kaptan onu hiç çağırmamıştı ki. Evet, balo salonunda müziğini dinlemiş alkışlamıştı ama hiç onu bu şekilde çağırmamıştı. Meraklı adımlarla güverteye gitti, kaptanın yanında yuvarlak gözlüklü bir adam oturuyordu. Fransız gazeteciymiş. Şu seyyah gazetecilerden, trompetinin methini duymuş, merak etmiş o nedenle tanışmak istemiş. Awedis sakin bir anlatımla “merak edilecek bir şey yok ki bende” dedi ve ekledi, “sıradan her yerde olan trompetçilerden biriyim!”

Fransız gazeteci, Awedis’in bu mütevazı duruşu karşısında şaşkınlığını da gizleyemeyerek, “ama nasıl olur, eserleri seslendirirken ortaya koyduğunuz yorumlar gerçekten olağanüstü!” dedi ve ekledi, “fonoğrafım yanımda, o eşsiz trompetinizle bir melodi çalarsanız sizden bir anı olarak saklarım!”.

Awedis biraz düşündü, sonra trompeti ile ne çalacağını düşündü. Madem kaydedilecekti o zaman o hep düşlediği melodiyi irticalen çalacaktı. Fonograf hazır olduğunda, Awedis trompetini dudaklarına götürdü, derin bir nefes alarak yaşamının hülâsası olduğunu düşündüğü sessizliğin melodisini trompetiyle üfledi. Trompetten yükselen o müthiş melodi, tüm güverteyi kapladı. Kaptanın ve gazetecinin gözleri bu etkileyici melodi karşısında fal taşı gibi açıldı. Coşkulu bir trans haliydi yaşanan. Bir buçuk dakika kadar süren bu trans durumundan sonra derin bir sessizlik oluştu. Akdeniz’in mavi derinliği, Awedis’in trompetinden çıkan bu eşsiz melodiyi kucaklamış sarmalamıştı.

Fransız gazeteci fonografını toparladı, kaydı yaptığı balmumu silindiri özenle kabına koydu, Awedis’e teşekkür etti ve “seninle tanıştığıma çok memnun oldum delikanlı, eminim müziğin dünyayı sarıp sarmalayacaktır!” dedi.

Trabzonlu Awedis Mogasyan’ın müziği sadece müzik yaptığı ve yaşamını sürdürdüğü geminin balo salonu ile sınırlı kaldı. Şerefine kaldırılan kadehler ise onun kazancı müziğinin serveti oldu. Onu gemiden indirip müziğini daha geniş çevrelere duyurmak ve tanıtmak için uğraşanların eli hep boş kaldı. Karadan, karada yaşamaktan nefret ediyordu. Yıllar önce Trabzon’da bir gece vakti kapısını çalan, babasının borcuna karşı annesini isteyen bu nedenle doğduğu topraklardan zorunlu olarak göç etmesine neden olan o karanlık suratlı adamlarla aynı satıhta yaşamaktan nefret ediyordu. Onun için onun yaşam alanı denizdi. Denizin üzerinde yüzen topu topu 40 metrelik buharlı gemiydi. Böyle bir ruh haliydi işte…

Awedis’in yaşam mekânı, Almanya’nın Hamburg tersanelerinde 1845 yılında yapılmış olan buharlı gemi artık iyice yaşlanmış çaptan düşmüştü. Buhar teknolojisinden artık vazgeçiliyordu. O nedenle gemi elden çıkarılacaktı. Ama Awedis gemiyi terk etmemekte kararlı idi. Takvimler 1940 yılının Mart ayını gösterdiğinde Awedis içinde bulunduğu gemiyle Marsilya’dan ayrıldı; bu sefer seyrüsefer için değil, zira Fransa’nın Alman orduları tarafından işgali an meselesiydi. Dünyayı kasıp kavuran savaş ortamı Akdeniz’de bir buharlı gemiyi kayık gibi bir o yana bir bu yana atıyordu.

İşte böyle bir ortamda Awedis bir sabah tan atarken, geminin güvertesine çıktı, trompetini dudaklarına götürdü ve o bir türlü tamamlayamadığı sessizlik melodisini Akdeniz’in uçsuz bucaksız maviliğine doğru üfledi. Sadece onu uçuran o notaları çalıyordu. Uzun yoruma dayalı bu bölümü birkaç kez tekrarladı. Müzik bitti ve derin bir sessizlik!

Awedis Mogasyan’ın 1940lı yılların başında Akdeniz’de bir buharlı geminin güvertesinde biten öyküsü,  dünya müzik tarihinin en ünlü ve spesifik bestesi “İl Slenzio”yu (Sessizlik), (İngilizcesi: The Slience) kazandırmıştır bize. Ve ne yazık ki henüz elimizde bir kare dahi fotoğrafı yoktur!

1965 yılında İtalyan besteci ve trompetçi Nini Rosso ile Guglielmo Brezza’nın birlikte besteledikleri, dünyaya ilk kez 1965’te Nini Rosso’nun trompetinden yayılan hüzün olarak müzik tarihine geçen İl Slenzio’nun ilk nağmeleri (uzun introsu), Trabzonlu Awedis Mogasyan’ın trompetinden dünyaya üflenmiş ve dünya bu güzel müzikle tanışmıştır. Fransız gazetecinin söz konusu fonoğraf kaydı ise dünyanın tek plâk okulu Academia Charles Cros’un Fransa’nın Chézy sur-Marne şehrindeki müzik müzesinde bulunmaktadır! Ve balmumu silindirin üzerinde Fransızca “Meçhul Bir Müzik” “ anlamına gelen “Une Musique İnconnue” yazmaktadır.

Awedis Mogasyan’ın intro müziğinin üzerine İl Slenzio bestesi trompetçi Nini Rosso ile Guglielmo Brezza tarafından tamamlanmış ve eşsiz beste bu İtalyan müzisyenler adına tescil edilmiştir!

Tablacı Setiridis Trabzon’dan göç ettikten sonra İstanbul’un Pangaltı semtinde sürdürdüğü yaşamı sırasında Trabzon’daki kapı komşusu Orik’ten, karısı Natalie’den ve çocukları Awedis’ten komşularına sık sık söz etmiştir. Orik’i limandaki tefeciye götüren Tablacı Setiridis’tir.

Ve Trabzon şehri bu şekilde bin bir öyküyü yaşanlarının hayatlarında saklı tutan bir dünya şehridir. Sadece yapılması gereken o dünya şehrinin bu hazinesini gün yüzüne çıkartmaktır. Trabzon’un Ayafilibo mahallesinden Awedis Mogasyan’ın göçle şekillenen ve daha sonra Akdeniz’i karış karış gezen göç edişleriyle yoğrulan yaşamıyla dünya müzik tarihine bir başyapıt hediye etmiştir. İtalyan trompetçi Nini Rosso ile Guglielmo Brezza ise bu debdebeli hikâyenin içinde olmayan konuya sonradan dâhil olmuş küçük ayrıntılarıdır!

İl Slenzio’yu dinlemek için tıklayınız