Muhafazakâr ya da standart zevklere sahip, kendi içinde belli sınırlar çerçevesinde yaşayan bir kişiyseniz, sanata dair ne ile karşılarsanız karşılaşın mutlaka ve mutlaka sıkılırsınız. (Standart ve muhafazakâr biri olup olmadığınızın sağlamasını başkalarının özel hayatlarına yönelik ilginizin boyutundan yapabilirsiniz.) Bu şekilde standart ve muhafazakâr yaşam biçimine sahip bir kişiyseniz; bir müzikal gösteri, bir senfoni, bir sinema filmi, bir roman, bir şiir, bir sergi, felsefi bir diyalog-monolog, bale, opera ve daha tüm sanatsal yapılar başlangıçta size sıkıcı ve itici gelecektir.

Bu sizin yaratıyı yani eseri ne kadar altında, onun zamanının ne denli gerisinde durduğunuzla doğru orantılıdır. Bir yaratıyı ilk anda kavrayabilen kişi, algı açıklığı ve estetik olanı görme yetisiyle donanmıştır. Bu gözünüzü korkutmasın; estetik ve derin olanı kavramak, yeteneğin yanı sıra geliştirilen de bir şeydir. İlk on dakikasına boğulup katlanabildiğiniz sıra dışı bir film, dişinizi sıkarsanız enteresan ve unutamayacağınız, yıllar boyu derin izler bırakan 'an'larla ödüllendirir sizi.

Sanat, ulaşmak için uzanılması gereken bir kavramdır. Bu kalabalığın dışında kalan bir avuç insanın 'modern' olarak adlandırılan yaşamın içinde boğulduğunu, birçok ilişkiye, iletişime, duruma sabır gösterdiğini, kendilerini ancak kendilerinin yanında kendileri gibi hissedebildiklerini gözden kaçırırsınız.

Özetle bu kişiler boşuna hümanist değillerdir, boşuna hayvanları sevmezler, boşuna sizin entel-dantel ya da sosyetik olarak adlandırdığınız konulara gönül vermezler, boşuna çevreyle sosyal ilişkileri zayıf değildir, boşuna tutuklanıp, hapse atılıp, asılıp-kesilmezler.

Evet, kolunuzdaki saatler aynı zamanı, aynı tarihi gösterir ancak, sizin zamanınızı bir daireye oturttuğunuzda gerçekçi olan bu söylem, dairenin tam ortasından daireye bakan birinin zamanıyla örtüşmez. Yine özetle bu kişilerin hayatın boşuna yaşanmasına başkaldırı şekilleri de budur, size itici gelse de.

Onlara göre hiç bir şey yapmamak, 'hiç' olan şeyleri yapmaya göre çok şey yapmaktır. Bunun dışında çoğunlukla düşüncelerini yutmak, hislerini ertelemek zorunda bırakılmışlardır. Sizin, başlarına gelenleri hak ettiklerini, yaşam tarzları yüzünden bedel ödediklerini düşünmenize, dik başlılıklarını-uyumsuzluklarını delilik olarak algılamanıza, bazen bir şiirin sadece bir dizesini anlamak adına rıza gösterirler. O dize 150 yıl sonraya aittir.

Yani yaşadığımız şu an içinde hiç kimsenin göremeyecek olduğu bir zamandan düşmüştür geçmişe. Onların mucize anlayışı budur, kendilerinin ufak bir parçasıyla başka bir yaşanmışlık içinde çarpışmak. Bu yüzden ilahi kavramlara sırtlarını dayamazlar, uçan bir balonun ucunda savrulmak, acının ve coşkunun her türünü tatmak, hissetmek isterler. Aynı sebepten acılarını, coşkularını nadiren ortaya dökerler. Ve sizin merhametsizliğinizin tersine, bu kişiler mucize olan, durmadan çiçek açan bir yaşamı plastiğe çevirmenize içten içe üzülür ve öfkelenirler.

Arada orta karar ya da yüksek desibelli çığlık atmalarının sebebi, bu kişilerin sosyalleşmekten anladığı budur. Yoksa tek başlarına bir ömür geçirecek kadar güce ve bu yalnız ömrü taçlandıracak, süsleyecek kadar coşkulu bir ruha sahiptirler. Ve kişilerin ellerinden, dillerinden düşürmediği o aynaya ihtiyaçları yoktur. Kendilerini başka yaşamlarda tanımaya çalışmak yerine, kendilerini kendi başlarına tanımakla meşgul olduklarından, bu kişileri sanata düşkünlüklerinden hemen tanırsınız.

İşte onlar kentli, kentsoylu insanlardır!

Ve sayıları günümüzde bir hayli azalmıştır!