Geleneksel yaşam biçiminin etkin olduğu bütün  toplumlarda, yeniliklere karşı direniş ve reddediş bir o kadar güçlü oluyor sevgili dostum!

Günlük yaşamını idame ettirmekte büyük zorluklar yaşayan toplumlarda, değişimi gerçekleştirmek, insanları uyandırmak, bir düşünce devrimi yapmak, deveye hendek atlatmak gibi bir şey...Sürekli engellere takılır kalırsın...Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde durum hep aynı şekilde yaşanır ve gerçekleşir. Yeni dünya görüşü, nedense hep geç anlaşılır; anlaşılmasına ama hep de geç kalınır; bir ya da birkaç nesil gün yüzü göremez! Dünyanın gerçeklerini yakalamada hep ıskalanma durumu söz konusudur. Açıkçası, topluma önderlik yapacak olan kafalar, genellikle ürkek ve bir o kadar da, korkak ve neme lâzımcıdır...Suya sabuna dokunmak istemezler. Kendi ayrıcalıklı yaşamları ve imkânları, onların topluma karşı olan sorumluluğunu da unutturur. Çünkü sistemin nimetlerinden en çok da onlar yararlanır. Ne parayı, ne de gücü paylaşmak istemezler. Ancak gün gelir; toplumsal acı gerçekler onları da yakalar ensesinden..!

Geçmişte bu coğrafyada,  insanların yararına yapılacak olan her atılımın önü, dine aykırıdır ve devletin yüce menfaatlerine terstir diyerek kesenlerle, bugün, partizanca ideolojilere gömülerek yol almak isteyenler arasında hiçbir fark yok sevgili dostum!

Siyasette yer almak, siyaseti bir dogmalar bütünü olarak benimseyip yol almak değil; değişime, dünyanın gerçeklerine ayak uydurmaya, bütünleşmeye ve dengeyi kurmaya özen gösteren yetenekli ve vatansever devlet adamlarının varlığıyla  mümkün oluyor.  Çünkü her şey çok hızlı değişime uğruyor; çağın gerçeklerini  yakalayabilenler yoluna devam edebiliyor...Nedense bu çağda, siyasal partiler, özgürlükçü düşüncelerin ve refahın savunulduğu bir örgüt kimliğinden çok, sabit fikirlilik üzerine kurulu örgütler olarak yol alıyorlar ve toplumun değişime olan ihtiyacını da görmezden  geliyorlar. Varsa yoksa, bütün planlarını mevcut iktidarların başarısızlıkları üzerine kurup beklemekle meşguller..

Dikkat edersen sevgili dostum; padişahları ya da kralları dindar göstermek artık her belgeselde moda olmuştur.

Çünkü halkın beyni, din eksenli dogmatik kabuller ile öyle donatılmıştır ki, artık farklı ne desen inanmaz durumdadır...

Meselâ biri çıkıp : "Padişah ya da kral dinsiz ya da şu farklı mezhepten" diyebilir miydi? Elbette hayır...

Diyemez; çünkü hem hristiyanlardaki gibi, aforoz edilir; hem de toplumun olan bitenden habersiz, bilinçsiz kısmı tarafından dışlanır; görevden el çektirilir ya da katledilir! "Katli vaciptir" bizim geleneğimizdeki fetva makamının klasik cümlesidir... 

İşte toplum baskısı böyledir sevgili dostum!

Yöneticileri Tanrı ya da Tanrının yeryüzündeki gölgesi veya temsilcisi gibi göstermeye çalışan, dindar olduğunu iddia eden, ama aslında din ile çelişen bir topluluk her zaman kullanıma hazır bekletilir!

"Sürüye uymazsan seni kurt kapar" korkutmacası ile doldurulur!

İnsanları aptal yerine koyup kendine kul yapmak isteyenler, önce  kendini güvenilir kılıp  karşısındakilere, inandırmak istediklerini koşulsuz inandırmaları gerekir.

Böyle yapabilirlerse, şayet ne derseniz deyin size inanırlar.

Hatta saçmalasanız bile.

Meselâ; önce küresel ısınma olacak derler; sonra Tanrı gücünü size gösterince aniden çark eder; işi küresel soğumaya çevirirler.

Biz Türkçede buna: "Yalanın bini bir para" diyoruz...

Hikâye bu ya sevgili dostum; İlkçağ'da, Atina'daki bir pazar yerinde, birileri Sokrates'e fena hakaret ederek,
-Sen bir alçaksın, cahilsin ve içki içicisin! diyerek aşağılıyordu.

Sokrates, başını sallayarak cevap vermez; sadece gülümser...

Zengin bir aristokrat, bu sahneyi izlerken ona sorar:
-Böyle hakaretlere nasıl tahammül ediyorsunuz? Kendinizi kötü hissetmiyor musunuz ?

Sokrates yine gülümser ve der ki: 
-Benimle gel...

Tanıdığı bu aristokrat onu, eski, tozlu bir depoya kadar  takip eder...

Sokrates, bir meşale yakar ve işe yaramaz, paçavra,  delinmiş bir  pelerin bulana kadar etrafı aramaya devam eder... Bulduğu bu pelerini adama verir ve der ki:
-Bunu giyer misin? Sana uyar...

Adam paçavra pelerine bakarak kızar:
- İyi misin Sokrates? Bu paçavrayı giyecek adam mıyım, diyerek geri atar...
-Gördün mü, der Sokrat. 
-Elbette kirli ve eski pelerini giymeyi reddettin... 
-Aynı şekilde adamın söylediği saçma ve edepsiz sözler bana da dokunmadı... 

Velhasılı kelâm sevgili dostum; açıkçası, birisi sana istemediğin bir şeyi verdiğinde ve sen onu kabul ettiğinde, ona teslim oldun anlamına geliyor. Reddedilen bir hediye, kendine lâyık  görmediğin bir hediyedir...

Başkalarının hakaretlerine üzülmek ve öfkelenmek, onların  attıkları paçavraları giymeyi kabul etmek gibidir...İnsanı değerli kılan ve kişilik kazandıran şey, düşünce dünyasındaki zenginliğidir.

Sorgulanmamış hayatı, yaşamaya değer görenlerin dünyası değildir; bu dünya artık...

Akıllı kişi olmak demek, neyi bilip, neyi bilmediğinin farkında ve bilincinde olan insandır...

Hiç kimse, kimseye birşey öğretemez, sadece onların düşünmesini sağlar sevgili dostum! Halkının ve vatandaşının ilerlemesini ve yükselmesini isteyen devlet adamları ve siyasetçiler, çağdaş dünyada, adları sevgiyle ve vefa duygusuyla anılır. Toplumun aklıyla oynayanlar ve onları aşağı çekenler ise sadece kendi ve çevresinin  menfaatleri için vardırlar. Bunların da, adı tarihe geçer ama, insanlık adına hiçbir katkıları olmadığından haklarında iyiliğe dair hiçbir yorum yapılmaz.

Düşün sevgili dostum düşün, bilgilen ve tekrar tekrar düşün! Üstelik bedeli de yok, bedava yani..! Kaybetmeden, kazanmanın değeri anlaşılmaz. Sonrası, ah vah ve de eyvah!