Günümüzden tam 100 yıl 8 ay önce 1921 yılının 28/29 Ocak gecesi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi, partinin genel sekreteri Ethem Nejat ve 13 arkadaşı (Üsküdarlı Ethem Nejad, Mehmet Ali, Erzincanlı Muallim Aşçıoğlu Bahaeddin, Uşaklı Kasım Hulusi, Sürmeneli Kıralioğlu Maksut, Cihangirli Hilmioğlu Dr. İsmail Hakkı, Van Ercişli Ahmetoğlu Hayrettin, Bandırmalı Topçu Yüzbaşı Hakkı Bin Ahmet Ali, İstanbullu Mühendis Emin Şefik, Kadıköylü Tayyare Yüzbaşısı Tevfik Bin Ahmet, Manisalı İhtiyat Zabiti Kazım Bin Ali, Erzincanlı Hatipoğlu Mehmet, İzmir Tilkilikten Hacı Mustafaoğlu Mehmet, Kandıralı Cemil Nazmi Bin İbrahim)  Trabzon limanında bindirildikleri bir teknede Sürmene açıklarında katledildiler. Bedenleri Karadeniz’in karanlık ve soğuk sularına atıldı.

O tekneye binen bir kişi katledilmedi. Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi.

Bu cinayet şu soruları akla getiriyordu: Mustafa Suphi ve arkadaşlarını kim katletti. Can çekişen İstanbul hükümeti mi? Kemalistler mi? Yoksa hala iktidar umudu taşıyan ittihatçı artıklar mı? Kim? Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldüren Trabzon Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya’nın ardında kim vardı?

Konu üzerine bir film senaryosu çalışması yapan ve bu çalışma için çok sayıda kaynağa başvurarak iyi bir senaryo oluşturduğunu düşünerek şu tespiti yapıyorum: Bu katliamın katilleri bellidir. Yahya Kâhya Enver Paşa’nın adamıydı.  Ankara’ya ya da İstanbul’a bağlı değil Enver Paşa’ya bağlı olarak bilinmekteydi. Trabzon valiliğinin dahi özel otomobili olmadığı bir dönemde bu adamın altında kırmızı renk son model bir otomobili vardı. Polita yolundaki evine gederken bu kırmızı aracıyla bizim evin önünden de geçermiş. 1891 doğumlu Rahmetli büyük anneannem anlatırdı nasıl berbat bir sergerde olduğunu.

Mustafa Suphi, sosyalistliğinin yanı sıra iyi bir Türk milliyetçisi idi. Ankara hükümetine destek vermek amacıyla Ankara’ya gitmek için gelmişti Trabzon’a. Öldürülmesini Atatürk’ün istediğini hiç sanmıyorum. Çünkü Atatürk Mustafa Suphi’yi istemişti. Ama sonra ne olduysa ortalık karıştı. Sanırım, gelenek olduğu üzere fitne fesat araya girmiş, karmakarışık bir durum ortaya çıkmıştı. Mustafa Suphi ve arkadaşları Ankara meclisine katılsaydı, kurulacak olan Cumhuriyetin çizgisi çok başka olacağı kesindi. Bunu Atatürk biliyordu.

Araştırmacı Andrew Mango’ya göre, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesini, Enver Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa’sında çalışmış sağ kanat ittihatçılar gerçekleştirmiştir. Katliamı yapan Yahya Kâhya 3 Temmuz 1922’de bir kaynağa göre Polita yolunda, bir kaynağa göre Trabzon Hasanpaşa Kışlasının önünde kırmızı arabası ile giderken pusuya düşürülüp öldürülmüştür. Suikastı yapanlar iş bittikten sonra Hasanpaşa Kışlasına kaçtıklarını anılarında anlatmışlardır. Suikastı Giresunlu Topal Osman Ağa’nın adamları yaptığı şekilde bilinse de, zamanın muhafız alayı komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Tekçe, 1952 yılında yazdığı ve 1976 yılında gazeteci Hasan Pulur tarafından kitaplaştırılan anılarında Yahya Kâhya’yı bizzat öldürdüğünü itiraf eder.

Kenan Karabağ'ın Trabzon ve havalisini kendine mesken tutarak adım adım araştırması ve Türkçeyi yalın ve doğru kullanarak tane tane anlatımıyla kaleme alınan belgesel-romanı okurlar tarafından uzun süre yayınlanması beklendikten sonra, nihayet 13 Haziran’da yayınlanmıştı.

Belgesel tadındaki  400sayfalık romanın; Samsun’dan Trabzon’a kadar büyük bir bölgede etkinliği olan, zamanın derin devlet yapılanmasının bir numaralı ismi Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya’nın adamlarınca TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının Sürmene açıklarında katledilmesinin ardından, Mustafa Suphi’nin dul kalan eşi, Trabzonlu Nemlizade Ragıp bey tarafından alıkonulan ve daha sonra Rizeli bir çeteye satılan Maria Suphi hakkında 100 yıllık bilinmeyenlerin ortaya çıkmasında çok önemli bir boşluğu doldurduğu bir gerçek.

Romanı, yayınlanmasının ardından Trabzon’da ilk alanlardanım. Ancak sevgili komşumun sayesinde ilk okuyanlardan olamadım. Bu nedenle romanı imzalatmak için Sevgili Kenan Karabağ ile Trabzon’daki buluşmamıza dahi götürememiştim.

Sizlere burada romanı anlatacak değilim. Çünkü yayınlanmasının üzerinde henüz üç ay kadar bir süre geçmiş olan taptazecik bir romanın okunma heyecanını düşürmek istemem. Yazımda, roman hakkında edindiğim ilk izlenimlerimi ve konuyla ilgili dağarcığımdaki bazı bilgileri aktaracağım.

TKP lideri Mustafa Suphi, 28 Ocak 1921’i 29 Ocak 1921’e bağlayan gecede Sürmene açıklarındaki o teknede 14 arkadaşı ile birlikte bir kere öldürüldü.

Ancak dul kalan, kayıtlarda adı Meryem olarak geçen aslında Tatar/Rus asıllı olan eşi Maria Suphi ise kocasının ölümünden takriben iki buçuk yıl sonra Rize’de onu rehin almış, etinden, güzelliğinden, ruhundan yararlanan eşkıya liderlerinin elinde (iddiaya göre) öldü. Daha doğrusu o eşkıya liderlerinin düzenlediği oturak âlemlerinden birinde (iddia o ki) öldürüldü.

Ancak Tatar kaynaklarına göre Tatar olan Maria Suphi, Tatar arkadaşları tarafından Trabzon’dan itibaren izlenerek Rize’de kapatıldığı evden Rusya’ya kaçırılmıştır.

Maria Suphi’nin öldürüldüğüne dair bir belge, kayıt, tanık ortada yokken Tatar kaynaklarında bu şekilde iddia edilmesi Maria Suphi’nin sonunu daha bir esrarengiz hale getirmektedir.

Maria Suphi’ye yapılanlar;  Mustafa Suphi’nin Trabzon’da Sürmene açıklarında katlini anlatan ve idealim olan ve sadece maddi destek bulamadığım için çekemediğim sinema filmimin senaryosu üzerine çalışırken öğrenmiştim. Ancak belgesel-romanı okurken, bilmediğimiz farklı konuları da okudum.  Fakat yukarıda yazdığım Tatar iddiasını göremedim. Şu bir gerçek ki Maria Suphi öldü mü ya da öldürüldü mü? Günümüz itibariyle bilinmiyor. Bu konuda ne bir bilgi ne de bir belge var. Bugüne bilgi aktaracak olan eldeki belgelerinde bilinçli olarak yok edildiği de kuvvetle ihtimal.  Tatar kaynağı iddiası ortada öylece duruyor.

Maria Suphi, tarihsel açıdan kadınlığı uğruna yok edilmiş ve tarihin derin sayfalarına gömülmüş bir kadındır. Kapatıldığı evlerde dövülerek işkence görmesinin nedeni, düzen sahiplerinin düzene baş kaldıranlara “bakın kadınlarınızı böyle yaparız” demek istemesinden başka bir şey değildir. O nedenle kadının toplumdaki yeri tarihsel açıdan bir kere daha belirlenmiş oluyor. Zamanın toplumunda kadının adı yoktur. Kadın bir “hiç”tir. Kadın kimliği yok sayılmaktadır. Kadının orta malı yapılarak, oturak âlemlerinin zevk malzemesi haline getirilerek cinsiyeti üzerinden aşağılandığı bir zamandan söz ediyoruz. Kadın cinsiyeti üzerinden ne kadar aşağılanırsa erkekliğin o kadar öne çıktığının düşünüldüğü 100 yıl önceki bir zaman dilimi bu.

Ama Maria farklı bir kadındır. Ezilmeyi, aşağılanmayı peşinen kabul eden çoğu Anadolu kadınına hiç benzememektedir. Direnen, direnen ve sonuna kadar direnen bir Tatar/Rus kadınıdır o. Hep direnir, aşağılanmaya, cinsiyetinin ezilmesine, uğradığı tecavüzlere hep karşı koyar. Karşı koydukları, bugün saygı gören muteber ailelerin dedeleridir.

Düşünce suçundan cezaevinde yatmış bir akrabam, 1976 yılında Aksaray Cezaevinde yemekhanede tanıdığı, daha sonra birçok kez konuşma fırsatı aradığı 80-85 yaşlarında, daha sonra Niğde Cezaevine nakledilmiş bir yaşlı mahkûmdan söz etmişti. Rahmetli babamla yaptıkları bu sohbete ben de tanık olmuştum. Bu kişinin TKP lideri Mustafa Suphi’yi teknede katleden ekipten olduğunu söylemişti. Hiç konuşmayan, çevresiyle hiç iletişim kurmayan bir kara kutu olduğunu da eklemişti. Akrabam olan kişi birkaç kez kendisi konuşmak istemiş ama her seferinde yanından kalkıp gitmiş.

Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın evi bugün halen Trabzon’un çömlekçi semtinde duruyor. Belgesel-romanın yayınlanması aşamasında Mart 2021’de önünde poz verip fotoğrafını çekip yazar Kenan Karabağ’a Twitter’dan göndermiştim. Kenan Bey’le Trabzon’daki görüşmemizde evi birlikte gidip gördük. Her ne kadar Kenan Bey Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın evinin yıkılmış olduğunu söylüyorsa da, evin Kayıkçılar Kahyası Yahya’nın evi olduğunu belirten tanıklar ve kaynaklar var. Ev bugün Başaran ailesinin mülküdür.

Toparlarsak;

Maria, Odessalı bir Tatar/Rus kadınıdır. 1905 devrimine katılmış 1917’de ise aktif rol üstlenmiştir. Mustafa Suphi ile tanıştıktan sonra TKP’ye katılmış ve TKP heyetiyle birlikte Türkiye’ye gelmiş enternasyonalist bir devrimcidir Maria. Eşi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katliamına bizzat tanık olmuştur.

Trabzon Tümen Komutan Sami Sabit Paşa anılarında, Nisan 1921’de, Maria Suphi konusunda Yahya Kâhya  ile aralarında şu konuşmanın olduğunu anlatır:

"Rus uyruklu bir kadını alıkoymuşsunuz."
"Benim yaptığım her şeyden Ankara hükümetinin haberi vardır."
"O kadını derhal serbest bırakınız..."
"Bunu bana yaptırtmaya sizin gücünüz yetmez”

Pervasızlığa bakar mısınız?
Zamana bakar mısınız?

Maria Suphi böyle bir ortamda böyle bir güce karşı iki buçuk yıl direnmiş! Maria Suphi’ye ve bu ruhu taşıyan tüm devrimci kadınlara bin selam olsun!

Ama soru öylece duruyor yerinde: Maria Suphi Rize’de oturak âlemlerinin birinde veyahut başka bir ortamda öldürüldü mü? Yoksa Tatar kaynaklarında iddia edildiği üzere Tatar arkadaşları tarafından kaçırılıp Rusya’ya mı götürüldü?


Tarihin kapkaranlık bilinmezlik dehlizlerine bir kibrit çakarak alanında önemli bir boşluğu aydınlatan bu belgesel-roman için de Sevgili Kenan Karabağ’a sonsuz teşekkürler!

Maria Suphi
Bir Direniş Öyküsü
Kenan Karabağ
400 Sayfa
Tekin Yayınevi
40 TL