"Akıldan büyük nimet, zekâdan ağır yük tanımıyorum." ve "Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milleti." diyen bilgeleri, burada anmadan geçemeyeceğim sevgili dostum!

Tarih göstermiştir ki, iktidara hangi yolla gelmiş olursa olsun, mutlak yetkilere sahip olan liderlerin, ülkelerini nasıl felaketlere sürüklediklerini kaydeder. Özgüvenleri ve egoları zaman içinde öyle bir tavan yapar ki, hayallerinin ya da hayalperestliklerinin tutsağı olurlar. Onlar, yaptıkları her şeyi milleti ve vatanı adına yaptıklarını söylerler hatıratlarında...İyi niyetlidirler; ancak devletin kurumlarına danışmadan kendi kararlarını vermeyi bir maharet olarak görürler. İleri görüşten yoksundurlar, kendilerinden daha iyi fikirler olacağına inanmazlar ve hakikatleri söyleyenlere kulaklarını tıkarlar. Ülkeleri için hayati kararlar alırken, duygularının esiri olurlar. Kin, nefret ve korku dilini kullanırlar ; ülkelerinde fikir özgürlüğünü yok ederler; özgürlükleri kısıtlarlar.  Aydınları baskılarlar veya tehdit ederler. Bazen de gözdağı vermek için çeşitli bahanelerle hapsederler. Kan, barut ve gözyaşlarından beslenirler! Asla tartışma konusu ve malzemesi olmak istemezler; hatta tahammül dahi etmezler...Ve daha neler neler...Aslında bütün bu örnekler, Osmanlı İmparatorluğunu Birinci Dünya Savaşı bataklığına sürükleyen ve sonra da hesap vermeden yurt dışına kaçan, İttihat ve Terakki Partisi liderlerinden birer kesit. Sonra ne mi oldu? Ülkeyi uçurumun kenarına sürükleyen bu maceraperest parti, gizli saklı varlığını inatla ülkede sürdürmek istese de, yok olup gitti; ama düşünceleri evrim geçirerek farklı adlarla varlığını devam ettirdi. Yani bu zihniyet hiç sönmedi; bazen alevlendi, bazen de közlendi; ama hiç sönmedi...Yaşanan  bütün bu deneyimler, tarihin derinliklerinde unutuldu gitti; otoriter yönetimlerin ve liderlik sultalarının bir memlekete verebilecekleri zararlar hep gözardı edildi. Bedeli vardı elbette; herkes bedelini ödedi; ancak unutturuldu olan biten her şey; tekrar, aynı hatayı yapıncaya kadar...!