Dört tarafı tarih fışkıran bir şehirde yaşamak nasıl olur diye sorarsan sevgili dostum; tekrar düşünmende yarar var, derim...Anadolu'dan kopup gelen insanların durumu malûm...Dile kolay ülke nüfusunun neredeyse beşte birine ev sahipliği yapan bir şehirden çok, bir ülkeden bahsetmek daha gerçekçi olur. Metro, metrobüs, tramvay derken şehir, Avrupası ile Anadolusu ile birbirine bağlanmış. Toplu ulaşım araçları vızır vızır çalışıyor... Doğal olarak, şehirde hareket halinde olan insan sayısı gündüz de gece de hiç eksilmiyor...Kolay ulaşımın imkânlarından yararlanıyorlar. Burada yaşamak dersen sevgili dostum; öyle görünüyor ki, çilesini burda yaşayanlar çekiyor; keyfini ise seyahat eden her ülkeden turistler sürüyor. Arap istilası bu şehirde de hakim...
Tarihi mekânlar, yeniden ele alınarak insanların ziyaretine açılmış; Gazhanesinden, Santral İstanbul'una, Galata kulesinden Gülhanesine uzanan daha nice mekân sizi farklı bir atmosfere sokuyor...
Yüzlerce yıl imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehirden bahsediyoruz sonuçta. Doğal olarak büyük yatırımlar almış; günümüze değerli eserler bırakmış.
Değişmeyen şeyler de var elbette...Dışarıda dolaşan ve seyahat eden yaşlı insan yok gibi. Şehir; binalarıyla, insanlarıyla yorgun olduğu gibi, renksiz de...Sokakların hareketli noktalarında, yardım dileyenler eksik olmuyor. Biri babasının hastanede olduğunu ileri sürerek, hastaneye gidecek para istiyor; birisi sokakta yattığını ve aç olduğunu söyleyerek yemek parası talep ediyor; birisi de, sigara talebinde bulunuyor; vermeyince, "Allah rızası için bir tane" diyor..!
Velhasılı kelâm sevgili dostum; bu şehirde hayat çok hızlı akıyor ve yaşanıyor. Binbir çeşit insan, dünyanın dört bir tarafından kopup gelen turistler, göçmenler, gurbetçiler derken, her şeye rağmen bir cazibe merkezi olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda mülteci veya sığınmacı üssü de diyebilirsiniz buraya..! Herkes kendi dünyasında, kendinin gerçeklerini yaşıyor aslında. Şehrin nimetleri ise kendi insanına çok uzak...!