Bilgenin dediği gibi sevgili dostum; "en büyük zafer, savaşmadan kazanılandır"...

Tarihin tozlu sayfalarındaki en kirli olaylar ve insanlık dramları hep savaşlardan kaynaklanıyor malesef. Cephede ya da masa başında kazanan bir taraf elbette oluyor; ama aslında savaşın kazananı yok; insanlar kaybediyor. Kadınlar evlatlarını, kocalarını ya da babalarını kaybediyor; gözyaşı ve ağıtlarla bağrına taş basıyor ve bir şekilde yaşama tutunmanın yolunu arıyor. Kazandığını düşünen psikopat ruhlu liderlere ise resmî tarih anlatıları övgüler dizerken, diğer taraftan, fırsatçı, hırsız ve fare akıllı kurnaz tipler  savaşlardan besleniyor hep...Zenginliklerine  zenginlik katıyorlar!

Kendi özgürlüğü ve egemenliği için sömürü düzenine karşı savaşanlar ise istisna elbette.

Son yüz yıldır, azgın liderler, sırf kendi egoları veya partileri için savaş makinelerini habire geliştirmekle meşguller. Silahlarıyla dünyaya meydan okuyorlar...Eski teknolojilerini de, dünyanın diğer ülkelerine satmaktan son derece memnunlar. Silah sanayisi sonuçta arz talep dengesine göre üretimini yönlendiriyor. Açıkçası silah üretenler ya da satanlar, dünyada savaşın asla sona ermesini istemeyeceklerdir. Uçaktan, tanka ve füzelere uzanan savaş oyuncaklarıyla hedefte olan her şeyi ateşe atıyorlar. Varsa yoksa kazanmanın yok etmekten geçtiğini düşünüyorlar.

Sömürünün diğer aracıları, petrol ve doğalgaz şirketleri ile ilaç endüstrisi...İstedikleri kadar üretip istedikleri fiyatları belirliyorlar.

Velhasılı kelam sevgili dostum; öyle bir ülke düşün ki, siyasetçileri, kan barut ve gözyaşından beslenmemiş olsun. Sırf kendi menfaatleri için fakir fukara ailelerin çocuklarını zoraki savaşa sürüklerler. Bazen zorunlu, bazen de keyfi..! Sertlikten, şiddetten ve savaştan beslenen iktidarları ve varlıkları için ülkesinin bütün kaynaklarını da eritip tüketirler. Yetim kalmış çocuklar, dul kalmış kadınlar,  evlatsız kalmış anne ve babalar hakikatte umurlarında bile değildir. Çünkü, "onlar zaten öleceklerdi" derler. Onlar için hiçbir canlının kıymeti yoktur. Kendilerini efendi, emrindekileri ise hizmetkâr olarak görürler. İster dinci kanattan olsun, isterse ırkçı kanattan, hiç farketmez faşist bir dünya görüşüyle halklarını maceraya sürükleyip perişan ederler...Kendilerini seçilmiş ve en iyisine layık insanlar olarak görürler...Yani bir tür çoban ve koyun ilişkisi. İtaate dayalı bir devlet geleneğini dayatırlar. Kısacası yalan söyle, ahlâksız  ol ve manipüle et! Ne yaparlarsa vatan için, din için, millet için, bayrak için  yaptıklarını söyleyerek ömürlerine ömür katarlar...Sonra tarihte ne olarak anılırlar bilir misin sevgili dostum? Ya kahraman, ya da ruh hastası diktatör; yani tek adam dayatması...Sonuçta, Azrail sormuyor; kimsin, nesin, ünvanın ne, eğitimin ne, kral mısın, padişah mısın, general misin, şövalye misin, din adamı veya âlim misin? diye...Herkesin kıyameti işte böyle, ölümle kopuyor sevgili dostum, ölümle...