Geçmişe dair ne varsa, hepsi zamanın ruhuna yenik düşüyor sevgili dostum! Teknolojinin çılgınca ilerleyişi karşısında çoğunlukla seyirci kalıyoruz...Öyle anlaşılıyor ki, çağımızın adı "hız çağı" olacak ve bizler akıp giden bu zamana karşı duramayacağız; sadece başkalarının ürettiklerini tüketeceğiz ya da onları taklit edeceğiz. Bize dair özel bir üretimimiz olmayacak gibi...


Üstelik geçmişi de silip atamıyorsun sevgili dostum! Akıl sermayemizi geliştiremiyoruz! Organize olamıyoruz yeni sistemler ve organizasyonlar kurup biz de bu yarışta varız diyemiyoruz; kendimizi yenilemekte güçlük çekiyoruz... Geleneksellikten ve koruyuculktan dem vurup geçmişe dönüyoruz sürekli... 

Bazı cılız çıkışlar ve popülist politikalar dışında ele avuca sığan, burdayiz diyen ve ete kemiğe bürünen bir proje üretemiyoruz ...
Sanki bir kurtarıcı bekliyoruz; kurtarıcılık hikayesi yazmak istercesine...

Ama bu yaptiklarimiza bakılırsa olacak gibi degil; ve böyle giderse hiç de olmayacak..."

Devran böyle gelmiş böyle gider" kaderciliği içinde sıkışıp kalmışız...
Kafa yormamız gereken konularda kafa yormuyoruz; sadece birbirimizi alt etmekle ve yemekle meşgulüz; bizi biz yapmak dışındaki her şeyle uğraşıyoruz...
Her insanın olduğu gibi, her binanın da bir hikayesi oldugunu unutuyoruz sevgili dostum! Var olanları da yitirip gidiyoruz; çarçur ve heba ediyoruz...Emeğin ve göz  nurunun hikayesindeki manayı da unutmuşuz; görmezden geliyoruz. 
Kendi içimizde, birbirimizi baskılamakta ve susturmakta maharet sahibi olmuşuz... Birileri çıkıp "sustuğumuz kadar insansınız " deyip restleştiğinde hain ilan etme gibi ilginç bir moda girmişiz...Böyle tuhaf bir modayı baslatmışız.

Şu hak ve hakikat meselesine gelince, her  türlü dümeni büyük bir marifetle çeviriyoruz...

Birbirimize bağırıp çağırarak, hayvanlar gibi kükreyerek ve tehditler savurarak üstünlük peşinde koşuyoruz. Doğruyu paylaşmak için kafasını kaldırmak isteyenlerin kafasını kırmakla tehdit edip bir de iyi bir iş yapıyormuş gibi sırıtıyoruz...

Sırıtıyoruz, sırıtmasına ama dışarıdan bakanlara da rezil rüsva oluyoruz.

İnsanlık aleminin ortak değerleri karşısında vahşi karakterli insanlar olarak adımız geçiyor...Herkes kırgın ve öfkeli ama kimin umurunda ki! Toplum şaşkın, ortada kalakalmış, bir sürü gibi yeni bir sahip ya da çoban arar gibi kaygılı ve çaresiz...
Üstelik bütün bu sonuçları yaratanlar, din adına ve millet adına yola çıkarak insanları ikna edenlerden oluşuyordu.

Güven ve istikrardan bahsediliyordu...
Velhasılı kelam sevgili dostum; ne istikrar kaldı ne de güven! Hükumet de yıprandı devlet de...Olan, milliyetçiliğe ve inanca oldu...! Dinden de milliyetçilikten de soğuyan kitleler oluştu. Yeni bir nesil ve beraberinde yeni deneyimler elde edildi !

Ama kim bunlardan ders aldı; orası belirsiz işte! Aklımız bu kadar, gerisi Allah kerim...