Yaşı kemale ermiş; en azından ellisini geçmiş insanların hatıralarını bir de kendi ağızlarından dinlemelisin sevgili dostum! 

Kırsalda yaşayanların, toprakla olan özlemlerini anlatmak hayli duygu dolu bir iş doğrusu...Köylerin hikâyesi başka, şehirlerinki bir başkaydı. Şiirlere, şarkılara konu olmuş çoğu kez olan biten her şey...

Eskiden, televizyon karıncalı, anten iğreti, kanal tek, ama insan netti sevgili dostum!

Eskiden, dertlinin derdi, dertsize dertti; canla başla çözmenin derdindelerdi...

Eskiden, evcilik, çiziktaş, saklanbaç, fotuk veya beş taş, çelik çomak oyunu, oyunlardan ibaretti...

Eskiden, herkesin evi, herkesin eviydi; çat kapı yapılırdı ziyaretler...

Eskiden, veresiye defteri yoksulun cebiydi; alacaklı can acıtmadan beklerdi...

Eskiden, her semtte yalnız bir kişi deliydi; mecnundu; deliliği, mecnunluğu kimseye kaptırmazdı...

Büyüklere saygı çok büyüktü; çekinilirdi; boyun bükülürdü.

Şimdi ise büyükler boynunu büktü; bazen de "moruk" denildi; aşağılandı...

Elmalar elma, erikler erik, armutlar armut, dutlar dut, kirazlar kiraz, ayvalar ayva,  incirler incir gibiydi. 

Köyler, şehirlerden çok farklıydı. Şehirlerde kesilse de, elektrik, telefon bir medeniyet göstergesiydi. 

Gelinler utangaç ve hürmetkâr;  duvaklıydı...

Damlar kiremitli, yağmur yıpratıcıydı... Kızılağaçlarda kokulu  üzüm, her tarafta patlıcan inciri...Sokaklar ise kavaklıydı...

Çınar ağaçları bile saygı görürdü!

Her kapıda ikram edilen su vardı; güğümlerde ve bakır maşrabalarda...

Mahalle çeşmeleri ve kuyular herkesindi!

Kavunun, karpuzun nefis kokusu;        çocuklar da bile Allah korkusu vardı!

Doyardık; ekmeğe sürülen salçayla, tereyağıyla elde üç beş adet kuru zeytinle...

Kumaşcı teyzelere "boğçacı" derlerdi; gezerdi bohçayla kumaş, fistan vs pazarlıkları...Para yoksa ürünle takas muhabbetleri!

Eskiden, yastık altını değişmemiştik bankayla, kasayla, dolarla euroyla!

Eksik olmazdı yatılı misafir; yataklar serilir; tekrar rulo yapılır; istiflenirdi...

Hasta etmezdi insanları ne çamur, ne kir, ne de toz toprak. Sadece burnu sümüklü, kırmızı yanaklı ve burunlu çocuklar; takatten, elden ayaktan düşmüş yaşlılar  vardı.

Zenginden daha çok gülerdi fakir fukara...

Nineler göz nuru kazaklar, çoraplar,  atkılar ve bereler örerdi.

Abiler, ablalar eskitir; kardeşler giyerdi. Yamalı da olsa farketmezdi; utanılacak, arlanılacak bir durum yoktu kısacası! 

Mahalle dünya kadar bir yerdi; git git bitmezdi.

Eskiden, diziler bile mahalleyi ve oranın insanlarını anlatırdı.

Dönmeyen asker mahalleyi ağlatırdı; ağıtlar yakılırdı...

Jetonlar sarı sarı boy boy, mektuplar satır satır; zarfların kapakları dille ıslatılıp güzelce kapatılırdı. Kimse açmasın diye de, üstüne çizgi atılırdı.

Eskiden, kavgalar nadir, küslükler günlüktü; saman alevi gibiydi. Düşmanlıklar olsa da, birileri mutlaka barıştırmak için arabulucu olurdu...

Okuma yazma bilmeyen nineler ve dedeler, birer bilge idiler; hayat okulunda! Okur yazarlar ise birer âlim!

Evler sobalı,  merdiven altı kömürlüktü ya da odunluktu...

Pantolonlar ve entariler yamalı, nikâhlar ise ömürlüktü; "bir yastıkta kocayın!", "Allah, saadetinizi bozmasın, daim etsin!" temennileri hep dillerdeydi...

Eskiden aşklar öpüşüp koklaşmaya değil, doğrudan sevdaluklara ve büyüklerin rızasına tabiydi.

Aileler kalabalık, düzen kara düzen olsa da, onun da işleyen bir düzeni vardı. Kadınlar çilekeş, erkeğin yanında birer yedek nefer...

Köylü köylülüğünü, kasabalı kasabalılığını, şehirli şehirliliğini bilirdi. 

Okullar sobalı ve katran zeminli, öğrenciler umutlu ve neşeli, öğretmenler ise saygındı! Toplumun rehberiydi...

Velhasılı kelam sevgili dostum; eskiden hayat kimine güzeldi; kimine kötü...! Lâkin, ahlâk bir kültür, din ise bir bilgi olarak hayatın tam da içindeydi. Yetimi korumak, kimsesize sahip çıkmak, düşkünleri ayağa kaldırmak ve ezilenlerin sesi soluğu olmak büyük bir erdemlilikti. Kimsenin dinle bir sorunu ve çatışması yoktu. Kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri ve ziyaret edilen türbeler nedeniyle hiç kimse ayrıcalık değil, saygınlık görürdü. Hacılara su verip de, yetimi ve yoksulu görmezlikten gelen Ebu Cehil kınanılırdı...

Karakterli, okumuş, bilgili ve donanımlı insanlar muteber; cahiller saygılı, yarı cahiller ise şaşkındı. Herkes, yerini yurdunu ve duracağı yeri bilirdi. Evin bereketiydi nineler ve dedeler... Torunlar, Allah'tan bir armağan ve de yaşam kaynağı, neşe kaynağı olarak görülür; "seni yaratana kurban olayım" denirdi...!
Bugün özlemini duyduğumuz o kadar çok değerimizi yitirdik ki, anlatmak ne mümkün sevgili dostum...!

Günümüzde, biri emlâk zenginiyken, diğerinin kendini kamyona, banyoya asıp intihar etmesi, bir bebeğe doğar doğmaz çeşit çeşit altın yüzükler ve  altın kolyeler hediye edilirken, diğer bebeğin mama bulamaması, günde on iki saat çalışan bir işçinin, günde iki saat çalışan birileri gibi  kazanamaması...! Bütün bunlar sevgili dostum; Allah'ın imtihanı değil, yönetici vasfındaki kulun adaletsizliğidir; vesselam!

Nasıl ki, tarihte Osmanlı, iltimaslı zümreden, neme lazımcı yöneticilerin kötülüklere dur dememesinden ve kitlesel göçlerden çok çektiyse ve yıkılıp gittiyse sevgili dostum; korkarız aynı hataların esiri olmadan, uyanıp kötü gidişe "dur" demenin zamanı gelmiştir artık!