Tarihin derinliklerinden bugüne gelinceye kadar, mal ve servet biriktirme, güç ve otoriteyi elde tutma alışkanlığı veya hastalığı, her ne derseniz deyin; azalmadığı gibi, artarak devam etmiş; üstelik din farklılığı olmaksızın yaşanmış her şey...

Nice zengin aileler, nice zengin insanlar gelip geçmiş; lakin hiçbiri bu varlıklarını uzun yıllar koruma imkânına sahip olamamışlar. Dönem dönem değişse de, servetine servet katan insanlar, bu servetlerini korumak için mücadele etmek zorunda kalmışlar; paranın peşine gitmişler; ömürlerinin büyük bir bölümünde işle güçle meşgul olarak, kendilerine zaman ayıramadıkları için bir türlü rahat ve  huzur bulamamışlar; gün yüzü de göremeden terki diyar eylemişler...Sanki ömür sona ermeyecekmiş gibi, üstlendikleri sorumluluklarla para kazanma ve servet edinme arzularına kapılıp hayatlarını feda etmişler açıkçası...

Avrupa ve Amerika'daki ekonomi ve finans politikaları, güçlü aile şirketlerinin kurulmasını teşvik etmiş; kurumsal işletmeler ön plana çıkmış; bu şirketler, profesyonel kadrolar tarafından yönetilir olmuş; yüzlerce yıllık işletmeler, bugün hâlâ varlığını koruyabilmiştir. Üstelik de iki büyük savaş yaşamalarına rağmen ayakta kalabilmişler...

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nde ise bu kurumsallaşma anlayışı, yani, aile şirketlerinden profesyonel işletmelere geçiş, son yarım asırda önem kazanmış açıkçası...

Velhasılı kelam sevgili dostum; hiçbir varlık sahibi insan ve ailesi, sahip oldukları her ne varsa, hepsini bu dünyada bırakıp göçüp gitmişler... Geride, tarihin derinliklerinde, sadece güzel anılardan başka bir şey bırakmamışlar...

Sosyal statüsü ne olursa olsun, mezar taşlarında hep şu ifadeyi kaydettirmişler:

"Bir fatihaya bile muhtacım..."