Tutuk başladığımız, ofsayttan gol yediğimiz, maçın hakeminin izin verdiği sertliğe maruz kaldığımız, istediğimizi yapamadığımız ama sonunda Trabzon'a umutlu döndüğümüz bir Şampiyonlar Ligi eleme maçını geride bıraktık.

Kolay değil, adı üzerinde Şampiyonlar Ligi.

O müziği duyup tüyleri diken diken olmayan var mı aramızda. Özlemişiz besbelli. Bu özlem tribünlere de yüreğimize de yansıdı ziyadesiyle.

Maç öncesi yaşanan heyecan şampiyonluk maçında yaşananlara eşdeğerdi. Daha önceleri belirttiğim gibi Avrupa arenası başka, bambaşka...

Orada herşey farklı. Ayrı bir lig, ayrı bir ambians.

Maçın ilk yarısını görmezden gelirsek, iyi oynadık diyebiliriz. Eğri oturup doğru konuşursak, ilk yarı sahaya yansıyan oyun bize hiç yakışmadı. Acemilik mi dersiniz yoksa heyecan mı bilemem ama ben beceriksizlik demeyi tercih ediyorum. Son Türkiye şampiyonunun böyle bir oyun sergilemeye hakkı olmadığını düşünüyorum.

Negatifi bir kenara bırakıp pozitife geçtiğimizde ise sol kenarda Djaniny'yi, defansta Bartra'yı görüyoruz.

Rakibi daha çok boğan, istediğini yapan, atakları daha organize ve rakibe kolay pozisyon vermeyen bir Trabzonspor izliyoruz. Birbirinin tam tersi iki yarı; hiç alakası olmayan iki 45 dakika.

İkinci maç işimiz kolay olmayacak. Kolay olacak dersek, rakibe hizmet ederiz. Zor olacağını bilerek sahaya çıkmak, disiplini ve ciddiyeti ona göre sağlamak en büyük avantajımız olacaktır. Taraftar faktörünü lehimize kullanıp, rakibe kontra fırsatı vermeden fişi çekmemiz gerekecek.

Rakibin en büyük silahı iyi kapanıp hızlı kontraya çıkmak. Kendi evinde bile aynı taktiği uyguladı ki kapasitesine göre oynamaya güzel bir örnek verdi diyebiliriz.

Şampiyonlar Ligi'nin şifresi Abdullah Avcı'nın not defterinde yazıyor. Önemli olan şifreyi doğru zamanda doğru yere girebilmek. Umudumuz var zira umutsuz yaşanmaz.

Biz tura inanıyoruz, hocamız ve takımımız da inanırsa Şampiyonlar Ligi gruplarına 'merhaba' demek için önümüzde tek engel son bir 90 dakika kalıyor.

Taraftarın arkanda, dualarımız yanında. Haydi fırtına!

Saygılarımla...