Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevinden alınarak, yerine Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu atandı. Bu atama sonrası Yenişafak Gazetesi hedefe kondu.

Çünkü atamanın öncesinde Yeni Şafak gazetesi, politika faizini yüzde 19'a yükselten Merkez Bankası'nı "Bu operasyonu kim adına çektiniz?" sözleriyle manşetine taşımıştı.

Ağbal’ın yerine Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun atanması da Şahap Kavcıoğlu’nun Yenişafak yazarı oluşuna dikkat çekildi.

Bu gelişmeler sonrasında Merkez Bankası ile alakalı ilk çarpıcı yazı

yine Yenişafak Yazarı Ahmet Ulusoy’dan geldi.

Yazısında şu ifadeleri kullandı;

Merkez Bankası’nda görev değişimi

Bilindiği gibi cumartesi beklenmedik bir kararla Cumhurbaşkanı 4,5 ay önce atadığı Merkez Bankası Başkanını görevden alıp yerine Şahap Kavcıoğlu’nu atadı. Sonrasında piyasalarda beklenen dalgalanmalar oldu; borsa düştü, döviz kurları ve altında hızlı yükselişler yaşandı.

Yabancı finans kurumları anında devreye girip bu eylemi piyasaya doğrudan müdahale olarak algıladıklarını, dolayısı ile de bütün ekonomik beklentileri altüst edebileceğini açıkladılar.

**

Aslında bu müdahale bir yönüyle Merkez Bankası'nı yönetenlerin bağımsız davrandığını da göstermektedir. Şöyle ki; Merkez Bankası Yönetiminin Cumhurbaşkanının faiz-enflasyon etkileşimindeki görüşlerinin aksine, faizleri piyasa beklentilerinin üzerinde artırarak enflasyonu kontrol altına almaya çalışması özerk hareket edildiğinin açık bir göstergesi. Ağbal ve politika kurulunun aldıkları faiz kararlarının Cumhurbaşkanının tasvip etmediği kararlar olduğu da bilinmekteydi.

132 gündür yürütülen önden yüklemeli faiz müdahalelerinin ciddi bir reel sektör maliyetleri pahasına gerçekleştiğini görmek lazım.

Merkez Bankasının kısa sürede politika faizini yüzde 10,25 seviyesinden 19,00 puana yükseltmesiyle OECD ülkeleri arasında en yüksek faiz ödeyen ülke konumuna gelinmesi de yaşanan sürecin yolunu açtı.

**

Türkiye dünyada pandemi krizine rağmen nadir büyüyen ülkelerden bir tanesi.

Bunu, düne kadar eleştirilen kamu bankalarının ve maliyenin piyasayı fonlayan genişletici politikaları sonucu gerçekleştirmiştir.

Bugün bu politikaların tam aksine, yüksek faizlerden dolayı 4,5 aylık uygulama ile piyasalarda daralma süreci yaşanıyor.

Yani, sıkı para ve maliye politikalarıyla 2021 yılı yüzde 5 büyüme hedefi de zora girmiştir.

Hükümet, sadece uluslararası finans çevrelerinin beklentilerine karşı değil, 83 milyon Türk insanının refahına karşı da sorumludur. Bu sorumlulukla müdahale yapılmıştır.

**

Gelelim bundan sonraki sürecin ne gibi gelişmelere yelken açacağı sorusunun cevabına. Türkiye'yi her zamankinden daha zorlu bir süreç bekliyor.

Şöyle düşünelim 435 milyar dolarlık dış borcu olan, 100 milyar dolara yakın dış borç servisi ödeyen, 37 milyar dolar cari açık veren bir ülkede dolar kuru artışının TL cinsinden önemli bir maliyet yükleyeceği açık. Diğer yandan üretimin ithalata bağımlılığı nedeniyle maliyetlerde yaşanacak bir artış da enflasyonu besleyecek.

Faizlerin yüksekliğinin de hem reel sektör üretimi ve hem de enflasyon üzerine maliyet tarafından getirdiği yük biliniyor.

Yüksek faizlerin Hazine borçlanmasına ve dolayısıyla bütçe üzerine yüklediği faiz maliyetlerini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Yani hem yüksek faiz ve hem de yüksek kurlarlapiyasa aktörleri ayakta kalmak, ekonomi yönetimi süreci başarıyla yönetmek için zor sınavlardan biriyle karşı karşıya.

**

Yeni atanan Merkez Bankası Başkanının, Hazine ve Maliye Bakanının ve Ak Parti G. Başkan Yardımcısı Canikli’nin serbest piyasa kurallarına uyma, ekonomik istikrarı, şeffaflığı ve öngörülebilirliği artırmaya yönelik açıklamaları hükümetin kararlılığını yansıtmaktadır.

Olayın en üzücü tarafı, toplumun enerjisini, ihtiyaçlarını karşılayan mal ve hizmet üretimi, bu ihtiyaçlara ulaşabilmek için gereken gelir elde edebilmesi (istihdam) politikaları yerine faiz ve döviz tartışmalarına harcamasıdır.

Diğer yandan faizin ve yüksek kurların bütün ekonomik değişkenler üzerine ciddi maliyetler yüklediğini de görmek gerekiyor.

Aslında önyükleme faiz artışı yerine daha makul faiz artışları belirlenseydi, açıklanan reformların da rüzgarıyla, ekonomik istikrar sağlamada çok daha güvenli adımlar atılabilecekti. Ama maalesef faiz belirlemede kraldan daha fazla kralcı davranıldı ve yol kazası yaşandı.

**

Söylenmek istenilen; Türkiye'nin ekonomik istikrara ulaşmada zaman kaybı yaşamaması için piyasa aktörlerini şaşırtmaması, şeffaf ve öngörülebilir bir ekonomik yapı inşa etme gereğidir.