Beni sürekli okuyanlar ya da beni tanıyanlar, bu yazının bazı bölümleri taşıdığı fikir itibariyle benden çıkmadığını düşünebilirler. Haklıdırlar. Son günlerde yaşanan tüm inanılması güç olaylardan sonra bu fikir frekansına gelmiş bulunmaktayım.

İnsanın tahayyül kapasitesi sınırlıdır. Yani evrenin çok büyük olduğunu biliriz ama büyüklüğünü tahayyül edemeyiz!

Uçakla yolculuk yaparken,  eğer hava açıksa, o daracık pencereden boynunuz ağrıya ağrıya sağa-sola, ufka, aşağıya bakar mısınız? Bakarsınız elbet.

Bir süre önce uçakla Ankara'dan Trabzon'a dönerken yol boyu boynum ağrıyana kadar o kocaman dünyaya baktım. Dünyanın ne kadar büyük olabileceğini tahayyül etmeye çalıştım. Hava o kadar açıktı ve her detay öyle net görünüyordu ki, ara ara sanki bu devasalığı kavrıyormuşum hissine kapıldım.

Uçağın süratini hesaplayarak zaman ve mesafe kavramlarını algılamaya çalıştım. Koca bir saat boyunca topu topu beş şehir katediyorsunuz, düşünebiliyor musunuz? Yani o süratle ortalama on iki dakika boyunca anca bir şehri geçiyorsunuz.

Dağ, taş, toprak öyle ıssız, öyle insansız, öyle devasa ki.

Sonra birden, bir şehrin üzerinden geçiyorsunuz. Geçerken üst üste, tepeleme yaşayıp, bir avuç toprak, başlarını sokacak bir ev için insanların şu an birbirlerine neler yaptığını düşünmeden edemedim. Böyle kocaman bir dünyanın üzerinde, insan olarak tüm meselemizin sahip olduğumuz tokluk, sığınma, nefes alıyor ve yaşıyor olmaya şükretmek yerine, diğerlerinin bu haklara sahip olmaması üzerine kurulu olduğunu düşünüp arkama yaslandım.

Devletler, ideolojiler, sistemler, disiplinler rahat yaşamamız üzerine değil, diğerlerini rahat yaşatmamak üzerine kurulmuştur. Bu yüzden binlerce yıldır birbirimizi yiyoruz. Bu yüzden merhamet duygumuz plastik. Bu yüzden neye sahip olursak olalım huzur bulamıyoruz. Bu yüzden yamyamlığımız gelişmişliğimizle doğru orantılı büyüyor. Bu yüzden paylaşamıyoruz.

Bu söyleyeceğim tralâllâm gibi gelebilir bir çoklarına lâkin, insanın sosyalleşmesi tıpkı hayvanlar gibi, temel ihtiyaçtır. Ve bu temel ihtiyacın karşılanması toplu olarak yaşamaktan, aidiyet duygusundan, sevilmekten değil, sevmekten geçer. Bir kedi yavrusunu dişlerinizi sıka sıka, içinize soka soka sevemiyorsanız, bir insanın öldürülmesindeki trajediyi siyasi görüşüne, etnik kimliğine bakarak değerlendirmeniz ve ona göre üzülmeniz, üzülüyor ayağına yatmanız normaldir.

İnsanlar eşit değildir. İnsanlar ve hayvanların eşit olmadığı gibi. Lakin yaşam hakkı eşittir.

Bir maymun komününe bir cep telefonu verirseniz muhtemel o cep telefonunu Avustralya'daki akrabalarıyla konuşmak yerine ceviz kırmak için kullanacaktır. İşte siz demokrasiyi böyle kullanıyorsunuz; kendi kapasitenize, algınıza, eğitilmişliğinize, dini inancınıza, etnik kimliğinize, siyasi eğilimlerinize uyarlayarak.

Nasıl yaşadığınızla ilgilenmek yerine, diğerlerinin nasıl yaşadığıyla ilgileniyor, herkesi kendinize benzetmek istiyorsunuz. Olan ya da olmasını kalpten dilediğiniz tanrınıza fevkalâde hizmet ettiğinize inanarak ve derin bir oh çekerek. Yaptıklarınızın sonuçlarına katlanamıyorsunuz. İllâ elinize bir silâh alıp adam öldürmeniz gerekmez. Evet, katil değilsiniz elbet, lâkin katilleri yetiştiriyor, destekliyor, haklı çıkarıyor, temize çekiyor, cezalandırmıyorsunuz!

Boğulan Suriyeli göçmen bir çocuğa üzülürken, o çocuğun sizin çocuğunuz olmadığına el çırparak, siyasetin b.ktanlığını (belki de) kıt zekânıza rağmen kavrayabildiğiniz halde "vatan, millet" için ölen, öldürülen insanlarla gurur duyuyorsunuz. Bu uçsuz bucaksız koca dünyanın ıssız toprakları orda öylece dururken, Suriyeli göçmenlere çekirdek çitleyerek vah vah çekiyorsunuz. Bir yandan caddelerinizi işgal ettikleri, kahvenizi yudumlarken sizi taciz ettikleri için bu insanlardan tiksiniyorsunuz. Hatta İzmirli seyyar satıcının yaptığı gibi, şapkanızı kafanızdan uçurdu diye altı yaşındaki Suriyeli çocuğu kovalayıp onu alıp havalandırıp yere betona çakabiliyorsunuz. Bunu size, hayvan diye aşağıladığınız yaratıkların kendi yaşam alanlarını koruma güdüsü değil, kurmuş olduğunuz millet, ulus, hukuk, ahlak sistemlerinizin çarpıklığı, özetle kendinizi ancak önemseyebildiğiniz yegâne kavram olan aidiyet duygusu yaptırıyor.

İçinde yaşamadığınız evler, yazlıklar, sadece sahip olmak adına edindiğiniz arsalar, topraklar için başka canlara kıyıyorsunuz. Sonra da duyarlılıktan, gelişmişlikten söz ediyorsunuz. Doğanın başına gelmiş en beter şey plâstiktir, petrol atığıdır ya, pet şişe üreten uzaylılara savaş açıyorsunuz ya hani... Hani yine aynı uzaylılar tarafından öldürülüyor, yurtlarından ediliyor, zulüm görüyor ya insanlar... Yine o aşağılık uzaylılar tarafından açlık çekiyor bebeler, tecavüze uğruyor çocuklar, genç kızlar, kadınlar, hatta ormanlar, hayvanlar katlediliyor ya hani; işte dünyanın büyüklüğünü bu sorunlar gözünüze sokulduğunda kavrıyorsunuz ancak.

Ondan gözleriniz doluyor, ondan kötü hissediyorsunuz kendinizi. İşe yaramazlığınızla yüzleşiyor, beceriksizliğinize enseleniyorsunuz çünkü. Ölen insanlara, boğulan çocuklara, patlayan bombalara, açlığa, sefalete olan uzaklığınızdan, felaketlerin, trajedilerin oturduğunuz koltuğa olan mesafesinden anlıyorsunuz emniyette olduğunuzu, hatta feysbuk bile emniyette olduğunuzu bildiriyor eşinize dostunuza; kısa bir an için utanıyorsunuz çünkü!

Ama size bir sır vereyim ben: Bir gün siz de evladınızı gömeceksiniz. Bir gün anneniz, babanız ölecek. Kimselerle paylaşamadığınız malınıza, mülkünüze, paranıza, bir hastanenin yoğun bakımında can çekişirken veda edeceksiniz. Bir illet gelip yapışacak yakanıza. Sevdikleriniz bir bir gidecek. Yaşlanacaksınız, yalnız kalacaksınız. Kimse yaptıklarınızla, dediklerinizle ilgilenmeyecek. Tüm hayatınız boyunca çekirdek çitleyerek izlediğiniz başka hayatların ölümü, felaketi, sefaleti bir gün sizin de kapınızı çalacak. O an yaramazlığınızı, yamyamlığınızı, sevgisizliğinizi gözden geçireceksiniz. Ama yapacak bir şey kalmamış, zaman tükenmiş olacak.

Muhtemel son demlerinizde yolda dilenen bir çocuğa, ilk kez diline ve aksanına bakmadan simit alarak, karşılaştığınızda ömrünüz boyunca kaldırım değiştirdiğiniz bir tinerciye selâm vererek, geceleri sizi uyutmadığı için belediyeye toplattırdığınız bir sokak köpeğini okşayarak, çocuğunuza elletmediğiniz bir kediyi doyurarak, pişmanlıktan yüreğiniz patlayarak bitecek sizin ıstırabınız.

Çünkü böyle biter sizin gibi insanların ıstırabı.

Hıçkıra hıçkıra öleceksiniz siz!