Ah sevgili dostum ah!Maddeci düşüncenin peşinden koşup gidiyoruz hâlâ! Uyanamadık, anlayamadık ve beceremedik bir türlü hayata anlam katmayı...Sanki her şeyi karşılıklıymış gibi seviyoruz ve böyle yaşamakta ısrar ediyoruz!   Karşılıksız sevmenin, ne denli yüce bir  duygu olduğunu unutuyoruz... Sevgimize bir anlam katamıyoruz malesef! Çocuğumuzu, eşimizi, dostlarımızı, anne babamızı ve arkadaşlarımızı menfaat beklemeden, sevme duygusu taşıyamıyoruz! Eskiden yaşanmış, kötülük adına olan biten her ne varsa, bunları kin ve nefret duygusuyla canlı ve diri tutmayı bir maharetmiş gibi yaşıyoruz da, lâkin  sevmeyi unutuyoruz. Kötülüğü unutmadığımız yetmezmiş gibi, sevgiyi de ayaklar altına alıyoruz; sanki bir zayıflık göstergesiymiş gibi..!  Evliliklerde de, aynı hatalar zincirini bir türlü kıramıyoruz... Evliliği, aşk ve cinsel birliktelik olarak görenlerin karşılaştığı sorunlar herkesçe malum... "Elektrik aldım! İlk görüşte vuruldum! Aşık oldum!"a dayalı evlilikler, doğal cinsel birliktelikten ve  bedenleri sevmekten ibaret bir şey değil mi! Bu bir sevgi değil; anlamsız hayatın çileleri yiyip bitiriyor bizi... Böyle olmadığını zaman gösteriyor...Her şeyi olduğu gibi, insan ilişkilerini de alelacele çözmeye çalışıyoruz; bir an önce olsun bitsin diyerek, sabırsızca pek çok şeyi itip kakarak yapıyoruz... Gerçekten sevmeden ve değer vermeden bir arada yaşamak istesek de, birlikteliklerimiz anlamdan yoksun  kalıyor. Sevgiden yoksun ve insanı değersiz kılan bir evlilik düşünebiliyor musun sevgili dostum? Gerçek bir evlilik mantığından hep uzak kalıyoruz. Aile içi ilişkiler, sertliğe dönüşen üstünlük savaşları şeklinde gelişiyor...Bir de, insani kriterlerle yapılan evlilikler var ki sevgili dostum; bunu öğrenmemiz gerekiyor; sabırla ve gayretle... İşin aslında, karakterlerin sevilmesi önem kazanıyor. Evlilik öncesi karakter analizi yapanlar ve düzgün olan insanlar, birlikte yaşama  anlam katabiliyorlar. Acısıyla tatlısıyla, hayatı birlikte göğüsleme ruhu da deniliyor buna... Elbette, herkesin kendinde beğenmediği huyları olabildiği gibi, karşı tarafta da sevilmeyecek huylar olabiliyor...Hiç kimsenin mükemmel olmadığını unutmamak gerekiyor..!
Bilgenin dediği gibi, "ateş karşısında bozulmayan altın, altın karşısında bozulmayan kadın, kadın karşısında bozulmayan erkek, kalitelidir..."
Diğer taraftan, altını ateş; kadını, altın; erkeği de kadın  eritir!" sözünde anlatıldığı gibi, kadınlar güçten etkilenmeye meyilli sevgili dostum! Bu da, onların bir zaafı olarak ön plana çıkıyor.
Velhasılı kelâm; insan, insanın karakteriyle evlenince aile kurumu bir anlam kazanıyor. İdrak etmek, algılamak ve anlam kazandırmak insan ilişkilerini güçlü kılıyor...Doğal içgüdülerin etkisinden uzak kalarak; vicdan, kişilik ve bilinçle yapılan şeyler kalıcı  oluyor belki de!  Kadının karşısında erkeğin; erkeğin karşısında kadının  bozulmaması, insani bir kalitenin de göstergesi oluyor.  
İnsanı mutlu kılan, ne bedensel tutkular, ne de, sahip olunan  zenginliklerdir. Dürüstlük  ve yanlıştan sakınmak mutluluğun ana kaynağı belki de! Tabi ki, bunu başarmak  için de, insanî bir beceri gerekiyor... Başarabilenlere selam olsun sevgili dostum; selam olsun..!
Yaşamı anlamlandırmak ve insan doğasını kaleme almak her babayiğidin harcı olmadığının farkında mısın sevgili dostum!
Nâzım Hikmet'in ta  1947'de yazdığı "Dünyanın En Tuhaf Mahluku" adlı şiirinde bulursun bazen kendini ya da başkalarını...!

"Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
           beş değil,
                      yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                                    senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                      kabahat senin,
                                     — demeğe de dilim varmıyor ama —
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"