Piyasaların can damarını oluşturan, "Bir malın kıymeti nadirliğindendir" ilkesinden tutun da, arz talep dengesinin korunmasının ne demek olduğunu, bırakın halkın anlamasını,  siyasetçiler ve ekonominin başındakiler bile henüz anlayamadı sevgili dostum!

Bilge adam ne güzel demiş:

"Az gelişmiş ülkelerin devlet adamları, konuşmalarında, normalde olmaması gereken bir saldırganlık ve öfke tonunu sürekli olarak korurlar..."

Çağdaş dünyada, barınma, beslenme, haberleşme, eğitim ve sağlık gibi alanlar, insanların temel haklarından kabul edildiği gibi, anayasamızda da, aynı hak ve özgürlükler geçerli sevgili dostum! Son sekiz aydır Türk ekonomisindeki derin kırılmalar, a'dan z'ye hemen her üründe gözlemlenen astronomik fiyat artışları, Türk halkının belini bükmekle kalmadı; ruh halini de yerle bir etti. Sanki ortada bir savaş hali veya yokluk yılları var! 

Ne oldu da böyle bir ani fiyat patlaması yaşandı; ekonomistler dahi gerçekçi açıklamalar yapamıyor. Siyasetçiler de bu konuyu bir sidik yarışına döndürdüler her zamanki gibi! Olan biten her şeyin sonucu, açıktan ya da gizli sokağa yansıyor sevgili dostum! Bunları görüp de dillendirmeyenlere ve insanca yaşamı halka çok görenlere "yazıklar olsun!" demekten başka ne denilebilir ki? Varsa yoksa siyasetteki kavga dili ve yalan furyası hiç bitmek bilmiyor; herkes birbirinin açığını arayıp duruyor; olan halka oluyor...Yine bize hüsran, yine bize hasret var!

Geçmişe şöyle bir gidersek sevgili dostum; Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan yoklukların dışında, Doğu Karadeniz Bölgesi'nin tarihine damgasını vuran Muhaceret Yıllarının (1916-1918) da bölge halkında travmatik olaylara sahne olduğunu hatırlayalım. Biraz toparlanan Türk halkının karşısına bu defa, 1929'daki dünya ekonomik bunalımı ve nihayet İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan yokluklar çıkıveriyor. Beslenmenin sıkıntılı olduğu bu dönemlerde, ülkede ister istemez aç kalma korkusuyla bahçe ekonomisi gelişmiş doğal olarak. Bu işi büyük ölçüde kadınlar üstlenmiş. Arazisi olan herkes, aile nüfusunu besleyebilmek için düzenli olarak daha çok tarlayı ekip biçmeye başlamış. Toprak ne üretiyorsa sonuna kadar kullanmış. Bu dönemlerde tohum önemli bir araç olarak, özenle saklanırdı. Daha sonraki bolluk  yıllarında bu tohumlar, "yerli tohum" olarak adlandırıldı. Günümüzde yaygın olan ise ziraat tohumu oldu... Ahırlarda hayvanlar, kümeslerde tavuklar, arazilerden odunlar, fındık ve meyva derken, 1980 'li yıllara kadar kapalı ekonomi, günlük  yaşama hakim olmuş...İşin açıkçası nimetin kıt olduğu ve kişi başına düşen gelirin diplerde olduğu dönemlerden bahsediyoruz.

Günümüzde ise nimet, her ne kadar bol olsa da, insanların bu nimetleri satın alma gücü düştükçe düştü. Enflasyon ve hayat pahalılığı gündemin ana konusunu meşgul ediyor ister istemez...

Fiyatların akıl almaz bir biçimde artmasını kimse gerçekçi olarak izah edemiyor malesef...Gün geliyor marul, gün geliyor et, gün geliyor yağ ve peynir vs fiyatları alıp başını gidiyor; konuşuldukça konuşuluyor...Şuna inan ki sevgili dostum; pahalılaşan sebze ve meyva adına her ne varsa, hepsinin fiyatı, baharla ve yaz ürünlerinin piyasaya sürülmesiyle birlikte düşecek. Her ne kadar Ramazanda artan fiyatları geçmiş yıllardan biliyorsak da, bu Ramazan çok farklı seyrediyor. Kimsede ne neşe, ne de Ramazan heyecanı var! Ama hiçbir şey, eski fiyatlarına asla inmeyecek. Aynı döviz hikayesinde olduğu gibi, bundan da bir başarı hikâyesi  yazacaklar...Gıda yardımları büyük ölçüde belediyeler tarafından yapılacak...Aklı selim devlet adamlarının ve uzmanların çözüm önerileri bir tarafa bırakılarak; yaşanan bu tablodan hiçbir siyasetçi kendini sorumlu tutmuyor. Memleketi kimin yönettiği konusunda halk nazarında artık şüpheler var! Sonuçta, "iyi idare edilmiyoruz" diyen milyonlarca insandan bahsediyoruz; partili ya da partisiz... Çözümler öteleniyor ve bir başka bahara düzelteceğiz diyerek halk meşgul ediliyor. 

Velhasılı kelam sevgili dostum; paranın kıymetsizliği bir tarafa, insanın kıymetinin kalmaması, esas can yakıcı olanı...! Siyasetçilerin tavrı da, şikâyet edip" tavşana kaç, tazıya tut" mantığından ibaret...Peki, ya erken seçimi savunanlar? Onlara da hain der geçersiniz; işte çözüm çok kolay sevgili dostum...!
Şairin dediği gibi,
"Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur.
Can da, inci de, mercan da..."
Ancak yeni doğan bir bebek baştan başlayabilir...
Sen, ben, biz ve onlar artık geçmiş zamanız sevgili dostum; geçmiş zamanız..!
Sen, cambaza bak oyununu bilir misin? Eskiden, yükseğe bir ip gererlermiş; cambaz ipin üstünde yürürmüş; yan kesiciler de insanların yukarıya bakması için “cambaza bak, cambaza bak!” diye elleriyle yukarıyı gösterip milletin cebinde, cüzdanında ne varsa alırmış...
Hep böyle olacak değil ya! Bu sefer oyun büyüdü. Birisi cambazın ipini keser; cambaz düşer ve ölür. Bütün ahaliyi “cambaz öldü, cambaz öldü” diye diye cesedin başına toplarlarmış. Yan kesicilerin bu seferki niyeti milletin cebini değil, evini soymakmış. Bütün mahalleyi, bütün şehri, bütün memleketi soymak...Allah korusun!