İşin özü sevgili dostum; beğenirsin ya da beğenmezsin;

Kadın diyor ki, "senin partindeki iki belediye başkanından biri aday olsun!"

Sen, "hayır" diyorsun...

Kadın diyor ki, "Garanti kazanması muhtemel bir aday bulalım, gösterelim" diyor.

Sen, "olmaz" diyorsun...

Kadın diyor ki, "anketler, kesin kazanacak adayları senin iki belediye başkanın olarak gösteriyor!"

Sen, onlar "belediye başkanlığı yapacak" diyorsun... 

Kadın diyor ki, "size vefa borcumu fazlasıyla ödedim; gelin aklın yolu birdir; sokağın sesine ve çığlığına kulak verelim!"

Sen diyorsun ki, "ben, aranızda, en fazla oya sahip partiyim; o yüzden aday benim; sıra bende..." 

Kadın diyor ki,  "gençlik, halk kimi istiyorsa onu aday gösterelim" diyor!

Sen diyorsun ki,  "hayır bu kadar yenildiğim yetmez; bir daha yenileceğim...!"

Sevgili dostum; işin en acı ve en can yakıcı tarafı, siyaseten birilerine muhtaç ya da mecbur bırakılmak...

Türk demokrasisi her ne kadar ağır aksak ve kör topal ilerliyor olsa da, nihayetinde çok partili hayatın, hiç olmadık biçimde lauballi olduğu tuhaf bir dönemde yaşıyoruz. Oy potansiyeli olan partilerin liderleri ve kurmayları böyle şımarıklık örnekleri sergilemese, onlarca parti neden kurulmuş olsun ki? Liderlik yarışına girip de, partilerinden dışlanan siyasetçiler, iddialı ya da iddiasız partiler kurarak yol almaya çalışıyorlar. Ortada, bölünmüş ve parçalanmış bir siyaset ve siyasetçi tablosu var! Bu da elbette iktidar cenahına  fayda sağlıyor...Böyle bir ortamda, iddiası olan siyasetin ağır topları, kendi yollarını kendileri çizmeye karar vermişler kısacası... 

Ülke siyasetinde bunca bakar kör siyasetçi varken, insanın çığlık atası geliyor aslında... Parti içi demokrasi kültürünü geliştiremeyen koltuk sevdalısı başkanlar, küskünler ordusu yaratmakla kalmadılar; iktidar arayışlarını da çöpe attılar...Nihayetinde güçlü muhalefet olmayınca, güçlü iktidar tablosu da oluşmuyor...

Hikâye bu ya sevgili dostum; uçağın yolcuları, henüz  uçağa binmeden bakmışlar ki, uçak şirketinin minibüsünden kaptan pilotla, yardımcı pilot iniyor...

Yolcular, inenlerin durumunu görünce fena hâlde şaşırmışlar. Nasıl şaşırmasınlar! Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston, kolunda üç noktalı bant!

Yardımcı pilotun elinde ise bir köpek tasması, tasmanın ucunda ise bir köpek... 

Sağa sola yalpalayarak ve çarparak öylece biniyorlar uçağa... Şaka herhâlde demiş yolcular; neyse binip oturmuşlar yerlerine...

Bir süre sonra uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda. Uçak hızlanmış. Yolcular endişelenmeye başlamışlar. Uçak daha hızlanmış. Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış. Uçak iyice hızlanmış. Bazı yolcular paniklemiş; dua etmeye başlamışlar.

Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna da gelinmiş. 100 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar. Çığlığı duyan kaptan pilot, tam o anda kalkış kolunu sonuna kadar çekmiş. Uçak tam pist biterken, tekerleklerini yerden kesebilmiş ve havalanabilmiş.

Kaptan pilot arkasına yaslanmış; derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönerek:

"Biliyor musun? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz diye korkuyorum!" demiş...

Hikâye bir yana,  nihayetinde, yine halk diyecek ki, "başka kim var ki, kime oy verelim..?"

İşte böyle bir ülke... İşte böyle bir siyasetçi profilinin yarattığı sonuç bu sevgili dostum!

Velhasılı kelam sevgili dostlar; siz, siz olun çığlık atmaktan vazgeçmeyin! 

Eee nasıl olsa artık pistin sonuna gelindi, daha çok bağırmak lâzım değil mi...?

Böyle bir ortamda, birilerinin çıkıp, "Kızılay çadır vs. satıyorsa, öyleyse Yeşilay da rakı satsın maliyetine...!" demez mi? Der sevgili dostum; der...!

Ne yazık ki, milletin aklıyla oynayanları millet elbette ciddiye almayacak ve böyle deliliğe vurup ağzına geleni söyleyecek!

İşte böyle bir gerçek de var elbette...