Şöyle çevrende olup bitene iyi bak sevgili dostum! Bu ülkede ne zaman ekonomik buhran ve bunalım yaşansa, birileri durmaksızın şov yapıp hava atmak istercesine sahip olduğu servetten, mal mülkten dem vurup başarılı birisiymiş gibi övünüp durur nedense! Bu da yetmezmiş gibi dilinden şükür kelimesini eksik etmez. Bilseydi şükrün gerçek anlamını inan tekrar düşünür ona göre konuşur ya da ahkâm keserdi. Oysa ki şükür, bir insanın sahip olduğu zenginliği ve bolluğu paylaşma kültüründen başka bir şey değil. Ve bu paylaşmadan kaynaklanan mutluluk duygusu...
Durmaksızın biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev, dükkan, arsa… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Maymun iştahlıdır; biriktirmeye meraklı olduğu kadar tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın mülkün yanında zaman tüketir; söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…
Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çaya, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz; kim bilir?
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, "eline sağlık" diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?
Velhasılı kelam sevgili dostum; gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz...
İnsanlık adına anlatılacak bir hikâyesi olmayan insanların vay haline!