Ne yaparsak elimizle yaptık; ne söylersek dilimizle söyledik; sonra da acı çekmek istemedik. Düştük, kalktık; düştük gene kalktık; dizimizde derman tükenene kadar! Unutma sevgili dostum; bir gün, ne dizde derman kalır; ne sözde ferman...! 

Tarihin derinliklerine indikçe Anadolu insanının çilekeş olduğunu anlamak hiç de zor değil sevgili dostum! Bu toprakların çektiği çileler, şarkılarda kendini ağıt olarak buluyor! Sen bakma maniler ve atma türkülerin de çokluğuna. Esasında baskılanmış,  sindirilmiş ve hatta korkutularak oraya buraya dağıtılmış; sürgün edilmiş bir halkın coğrafyası burası. Çok inançlı ve çok kültürlü imparatorluk yapısı, renkli bir yaşamı da beraberinde getirmiş.  Malesef milliyetçilik rüzgârı en çok da Anadolu'yu kasıp kavurmuş...

Bugüne gelindiğinde ise, her ne kadar değerli gibi görülse de, Anadolu şehirleri birer taşra olarak varlığını korumakla kalmıyor; binlerce yetenekli insan, siyasetin estirdiği kara bulutlar ve toz duman içinde  heba olup gidiyor. Küsüyor insanlar sevgili dostum; küsüyor. Kırgın ve de yılgın bir halk topluluğuna dönüşüyoruz işte!

Şehirde yaşamanın bedelini ağır biçimde ödeyen emekçilerin kahroluşunu seyrediyoruz aslında.  Siyasetçilerin inatlaşmasının vahim sonuçları halka maledilirken, kötü  yönetilmenin ağır yükünü de, üretmek için yola çıkan insanlar ödüyor açıkçası...
Kim ne derse desin sevgili dostum; devlet adamı yerine siyasetçi yetiştirmekle övünen ve vesayeti kaldırdığını iddia eden muktedir zekâ, kurnazca manevraların peşinde koşup duruyor. 

Velhasılı kelam sevgili dostum; iktidarda olanların her şeyi doğru yaptığı inancı bizi mahvediyor. Ne bilim adamlarına itibar var, ne de felsefecilere veya düşünce adamlarına. Varsa yoksa siyasi kadrolar, her şeyi biliyormuş gibi, yanlış üstüne yanlışlar yaparak, deneme yanılmayla yol almaya çalışıyor. Önce konuşuyorlar,  sonra düşünüyorlar. Siyasetçi aklının, güncel meseleleri idrak edemediği de aşikâr. Ama iş işten geçmiş de oluyor. Büyük Türkiye hayaliyle yanıp tutuşan vatanseverlerin gardı ve direnci de düşmüş durumda. Günlük yaşamını devam ettirmek için debelenip duran, sık boğaz edilen bir halkın lâneti de lânetlerin en büyüğü oluyor. "Kendim ettim kendim buldum", "ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim" nakaratı dillerden düşmüyor. Sonuçta, bu zor günlerin  geçeceğine olan inancı da kalmayan, ama hesaplaşma arzusu ile yanıp tutuşan, bir o kadar da ruh hali bozuk bir toplum...Sadece bu mu? Kumardan, şans oyunlarına, bahislere, hırsızlığa, fuhuşa, boşanmalara, intihar eğilimlerine, "ölsem de kurtulsam" diyenlere, uyuşturucuya ve alkole olan düşkünlük ve bağımlılık da kat be kat artıyor. Buhran günlerinde aşklar bile aşk gibi yaşanmıyor sevgili dostum! Ne aşk, aşka benziyor; ne de sevgi, sevgiye benziyor...Aile hayatının geleneksel yapısı da çatırdamakla kalmıyor; çöküyor; hem de öyle böyle değil...Bu ülkeye yazık! Her kim bunun vebalini taşıyorsa elbette zaman onları da cezalandıracak! Öyle böyle bir ceza da değil hani!