Asıl adının İsabella üzümü olduğunu öğrendiğimizde yaşımız kemale ermişti sevgili dostum!
Üstelik de üzümün, zeytin, nâr ve incir gibi mübarek meyvalar konumunda olduğunu öğrenmiş olduk!
Kokulu üzümün bizim kültürümüzdeki yeri, sıradan bir şey işte...
Asması bir kızılağaça sarılır; ağaçta uzayıp gider; dikey yol alır; yani arazide yer işgal etmeyen bir üründür! Olgunlaşma mevsimi, Kıbrıs üzümü gibi geç bir tarihtedir; eylül, ekim ayları...
Ağaca çıkmak mümkün olursa, toplanır, olmazsa kuşlara yem olur veya çürüyüp gider...
Ticari bir ürün hiçbir zaman olmamıştır; üretimi de resmi yollardan hiçbir zaman desteklenmemiştir. Kalın kabuklu ve aromalı bu meyva yaş olarak tüketilirken, kabukları atılır içi yenir meyva türünden kabul edilir ve öyle de bilinir. Üzümden pekmez yapma kültürü çok eski olsa da, yapan da yok denecek kadar azdır.
Çok eskiden, Rum ve Ermeni üreticiler için kokulu üzüm demek kaliteli şarap üretmek anlamına geliyordu. Ülkenin en kaliteli şaraplarını üretiyorlardı. Onlar da gidince, bölgede bu kültür de unutuldu; kaderi bizlerin elinde belirlendi. Bizler önemsemedik; ağaçlara sarılıp büyümelerine devam ettiler ; gövdeleri kalınlaştıkça kalınlaştı.
Uzanabildiğimiz kadarıyla toplayabildik; güneş görsün diye bazen ağaçları budadık; ama asmaları budamayı hiç düşünmedik, yapraklarını toplayıp tuzlamayı ya da salamura yapmayı da unuttuk...
Velhasılı kelam sevgili dostum; bölgemizin en istikrarlı ve verimli bu ürününü gelecek nesil elbette el üstünde tutacak; endüstriyel bir ürüne dönüştürecektir; sadece bununla kalmayacak patlıcan incirine de hayat verip ekili alanlarını artıracak; yüksek rekolteli ticari ürünler arasına sokacaktır...
Şimdilik, kamu aklının bunları desteklemek için yeterli olmadığını bilmek de, bizden söylemesi ve yazması; gerisi Allah kerim...